Bugün artık karar verme zamanı...  Vatandaş sandığa gidip oyunu kullanacak.  Elbette herkesin gönlünde bir arslan yatar.  O arslan da oy verme saatinden sonra gecenin ilk saatlerinde kendini gösterecek.
Yüksek Seçim Kurulu’nun yasakları nedeniyle gerek adaylar, gerekse partiler hakkında yorum yapma hakkımız yok.  Daha doğrusu yasaklara uymak lazım. Bugünkü yazımı genelleme içinde yazıyorum.  Yazımın içeriği, seçim sonrasındaki kent manzaralarıdır. 
Gerçekten her seçim sonrasında bütün belediyelere büyük görevler düşer.  Kentlerin ve bütün yerleşim merkezlerinin sokakları ve duvarları afiş ve de seçim broşürleri ile dolar taşar.  O nedenle, seçim sonrasında göreve gelecek kim olursa olsun, kentteki bu seçim kirliliğini gidermek zorundadır.
Seçimler için ne büyük paralar harcanır bir düşündünüz mü?
Gerek partilerin, gerekse adayların basmış oldukları tanıtım broşürleri, çok büyük paralara mal olur.  Yani gerek partiler, gerekse adaylar çok büyük maddi sarsıntı geçirirler.  Ne yaparsınız?   Seçimin kuralı bu!
Genel seçimlerde partiler aday adaylarından bayağı yüklü para talep ederler.  Aday olduktan sonra da ilk verdiği paranın iki veya üç katını daha partiye ödemek zorundadırlar.  Onunla biter mi?  Sanırım meclise girdikten sonra da bir para ödeme olur adayların.  Yerel seçimler bu sistem partiler içinde uygulandı mı bilmiyorum.  Herhalde uygulanmıştır.
Toplum politize oldukça, bu tür şeylere de alışıyor ve herşeyi normal görüyor.  Her seçimde en acısı nedir bilir misiniz?  Bir adayın  seçimi üç beş oyla kaybetmesidir.  Halbuki adaylar o kadar emek ve efor sarfederler seçilmek için ki bunu kelimelerle anlatmak hayli zordur.
Bütün seçim boyunca propagandalar sürüp gider. Partilerin grupları yolları, sokakları, ve insanların yoğun olduğu bölgeleri tarayıp her tarafa  akın ederler.  O insanlar apartman kapılarına teker teker broşürlerini atıp ötekine geçerler.  Ne büyük emekmiş o...
Bazı ailelerde siyasi karmaşa olur.  Şayet bir adamın üç dört evladı varsa ve her biri bir partiye mensupsa, herhalde o evde çok büyük kaos yaşanır.  Aile içinde kim kimi etkileyecek, onun savaşı verilir.
Bunun adına “demokrasi” derler.  Toplum bireyleri, kendilerine verilen anayasal haklarını kullanırlarken, özgür olmalıdırlar.  Diledikleri partiden aday olabilmelidirler.  Kim kimdendir, kimin adamıdır, kime hizmet eder, kime hizmet etmez, bütün bunlar bir tarafa, ülke insanımız o kadar çağdaş bir düşünceye sahiptir ki, kimin bu topluma yararlı olacağına kafasında karar verip sandığa öyle giderler.
Her seçimde perdenin arkasından parmak gösteren birileri vardır.  O parmak gösteren kişi veya kişiler, mutlaka büyük hesapların adamları olurlar.  Değil kendi partilerinin adayları, başka partilerin adaylarını bile takibe alıp, türlü mesajlar verirler.
Politika çirkin bir sanat mı?
Bana göre çok çirkin bir sanattır.
Şayet buna “sanat” dersek, gerçek sanatçılar uçağa binip kaçsınlar bu memleketten.
Politika sanatmış...
Hadi canım siz de,  Bazı insanlar gündüz kavga ederler, gece de birlikte hırsızlığa giderler.  Bu mu politikanın sanat yönü?
O bağlamda politikanın çok çirkin bir sanat olduğunu söylemek durumundayım.
Çirkin politikayı içe sindirmek de mide meselesidir.  İlle de seçimle bir yerlere ulaşacaksak, ille de birilerinin elini eteğini öperek yükseleceksek, batsın bu dünya diyorum, Orhan Gencebay’ın şarkısındaki sözler gibi.
Bir de şu soru geçiyor aklımdan:
“Bu insanlar seçilecek de başları göğe mi değecek?”
Bu da doğru bir söz.  Politikayı limon, tuz ve şeker karışımı bir tada benzetirim nedense.
Politika bir de uyuşturucuya benzer.  Politikanın zehiri damarlarınıza ve beyninizin kıvrımlarına girmeye görsün.  Artık o zehirden kurtulamazsınız.
Velhasıl seçimler biter, acısı ile tatlısı ile ve kentin kirliliği ile koca bir kirlilik kalır arkasında.
Daha ne diyelim ki... Seçim ve kirlilik işte... Memleket için hayırlı olsun demekten başka birşey gelmiyor elden.