21-25 Aralık, Milli Mücadele ve Şehitler Haftası tıpkı bir kasırga gibi yürekten gelen bir vefa ile tüm şehitlerimiz anılmaktadır.  Bu haftayı neden “kasırgaya” benzettim, onu izah edeyim...

                Geçmişte yaşadığımız bu acı günler, hemen hemen her ocağa düşen ateşin bir görüntüsünü veriyor.  Tüm gazetelerde çarşaf çarşaf çıkan anma törenleri ve o unutulmaz anların resimleri söyletiyor bana “kasırga” gelimesini.

                Geçmişle gelecek arasında bir köprü vazifesi görüyor bu tür anma törenleri.  Rumların acımasızlıklarının bedelini çocuklarımız çekmiştir.  Hala daha çekmektedirler hatta.  Çünkü özlemlerle acılar hiç bitmez böyle günlerde.  Özellikle babalarını gerek çarpışmalarda, gerekse Rumların alıp götürdükleri ve bir kez daha yüzünü göremedikleri katliamlarda babalarını anlatıyorum...

                Şayet 1958’leri baz alırsak, herhalde yanlış bir tanımlama yapmamış oluruz.  Veya 1956’yı...

                EOKA, 1 Nisan 1955’te faaliyete geçtiğinde ölümün bu denli masum insanları gelip bulacağını pek tahmin etmemiştik.  Lakin karşımızdaki düşman, o kadar acımasızdı ki, bu durumu ancak kayıp vermeye başladığımız zaman anlayabilidik.  Bir diğer deyişle 21 Aralık 1963’ün de öncesi vardır.

                Mesela EOKA’nın faaliyete geçişi ile İngiliz idaresi, işsiz Türk gençlerini yardımcı polis olarak yazmaya başlamıştı.  Türk gençlerinin yardımcı polis ordusunun bir parçası olması, elbette İngiliz’in işine geliyordu.  İşine geliyordu çünkü, İngiliz yeni oluşan bu Türk gücünü, İngiliz askerlerine ek olarak Ruma karşı kullanma kararı almıştı.

                EOKA’nın faaliyete geçtiği günlerde Rumların ilk hedefleri İngilz askerleri olmuştu.  Yardımcı Polis olayı yaşanmaya ve bu güç etkili olmaya başlayınca, Rumlar bu kez silahlarını Türk polislerine çevirmişti. 

                23 Nisan 1956 tarihini anımsar mısınız bilmem.

                23 Nisan 1956 sabahı dört tane EOKA’cının iki Türkü vurdukları gündü.  Lefkoşa’nın Bodamyalı Sokağı’nda Rumlar, yardımcı polis Nihat’ı vurmuşlar, Nihat’ın vuruluşunu haber veren silahın sesi, bir Türk kızının kulaklarına da dolmuştu.  O Türk kızı Emine Aziz’den başkası değildi.

                Emine Aziz henüz 17 yaşında yeni evli bir kızdı.  Emine silah sesini duyunca ve pencereden bakınca,  Polis Nihat’ın vuruluşuna tanık olmuştu.  Gerçekte Emine, bütün “Ya Taksim, Ya Ölüm” mitinglerinde en önde giden ve gırtlağı yırtılırcasına kadar bağıran cesur bir kızdı.

                İşte o an Emine hemen sokağa fırlamış ve Nihat’ı vuran Yorgo isimli EOKA’cının üzerine atlayarak bir panter gibi üzerine çökmüş, etraftan koşanların da yardımı ile Yorgo’yu kıskıvrak yakalatmış ve İngiliz’e teslim etmişti.  Meğer Yorgo, İngiliz’in bu azılı EOKA’cının başına tam 5 bin İngiliz poundu koyduğu kişiydi.  Neticede Yorgo yargılanmış, kalem kırılmış  asılmıştı.   İngilizlero ödülü de Emine’ye vermişlerdi.

                Bu olayın akabinde İngilizler Emine’yi hemen ertesi gün İstanbul’a kaçırmışlardı, hayatını kurtarmak için.

                Ne kadar acıdır ki, yine aynı gün, 23 Nisan sabahı Rumların Diyanellos Sigara Fabrikası’nda çalışan Cüfer isimli Lefkeli bir Türkü daha vurmuşlardı.

                EOKA’nın azıttığı 1958 senesinde,  Omorfolu tıp fakültesi son sınıf öğrencisi Erol Ahmet’i de, bir Rum eczacıdan annesine ilaç alırken çağraz ateşle vurmuşlar ve şehit etmişlerdi.  Ve daha niceleri...

                Artık yeni gençler ve halkımız yeni bir arayışa girişmişlerdi.

                Rumların EOKA’dına karşı üç beş küçük küçük mücadele grupları oluşmuştu bizde de.  Kara Çete ve VOLKAN, onlardan birkaçıydı.  1 Ağustos 1958’de de TMT daha organize birşekilde kurulmuş ve Türkiye’den gizli sahillerimize silah sevkiyatı başlamıştı.

                İşte bu yeni Türk güçlerinin temel felsefesi, namus, onur, mal mülk ve adanın yarısı için, “Göze göz, dişe diş” anlayışına dayanıyordu.

                “Sen bir Türkü öldürürsen, biz de her Türke karşı üç Rum öldürürüz” mesajları verilmişti.

                Hazırlanıp Rum mahallelerine dağıtılan Rumca bildiriler bunu anlatıyordu.  Artık Rumlar da bizden korkmaya başlamışlardı.  Lakin EOKA hiç durmadı.

                Ateş-kes dönemi, Londra ve Zürih anlaşmalarının yapıldığı dönemlerdi.  O dönemler bizi “Kıbrıs Cumhuriyeti”ne götürmüş ama Makarios’la Grivas hiç durmamışlardı.  Hedefleri Kıbıs’ı Yunanistan’a bağlamaktı.  Halbuki anlaşmalardan doğan Türk garantörlüğünü hafife alıyorddı.

                21 Aralık 1963’le başlayan Türk katliamları ve masum Türklerin yok edilişi, bizi bütün kayıplarımıza rağmen özgülüğe kavuşturdu.  Yani 20 Temmuz 1974 sabahına kadar.

                Lakin acıların izleri bizi daha da güçlü kıldı ve karşımızdaki düşmanın başının mutlaka ezilmesi anlayışını doğurdu.

                Şimdi bakmayın bunları yaşamayan, görmeyen, hissetmeyen gençlerin “Birleşik Kıbrıs” martavallarına.  Bereket versin ki halkımızın büyük bir çoğunluğu,   Kıbrıs gerçeklerinde Rumlarla içiçe bir hayatı paylaşmanın mümkün olmadığını idrak etmiş ve hala etmektedir.

                O inanç olmasaydı, geçmişi yeniden hatırlama ve yeni nesillere güçlü mesajlar verme adına bu kadar büyük anma kasırgaları olur muydu?  Olmazdı elbette.

                Bütün şehitlerimizin nur içinde yatmalarını ve mertebelerinin nur içinde olmasını dilerim.  Tümüne Allah’tan rahmetler diliyorum ayrıca.