Geçtiğimiz Cuma akşamı, “15 Nisan Dünya Sanat Günü” münasebetiyle  Balabayıs Manastırı’nda çok önemli bir konser vardı.  Ada içinde ve ada dışında bulunan 61 Kıbrıslı sanatçımız “Senfonik Özlem” orkestrasında buluştu ve bu anlamlı konseri verdi.  Esasında bu sanatçıların ikisi, Ankara Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasından ve Devlet Opera ve Bale Müdürlüğü’nden.  Bu işin organizatörü ve fikir babası da Gönyelili sanatçı ve Ankara Devlet Konservatuvarı öğretim görevlisi Mustafa Kofalı’dır.
           
Öyle bir anlamlı geceye bir sanatçı sıfatıyla katılmış olmak benim için büyük bir onurdu.  O gece ülkenin pek çok sanatçısı oradaydı.  Çünkü bu konser, KKTC Cumhurbaşkanı Dr. Derviş Eroğlu’nun himayelerinde ve dolayısı ile adına “KKTC Devlet Senfoni Orkestrası” dedikleri orkestrasının konseriydi. Bu büyük olayın yasalaşması yönünde Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun o akşam yapmış olduğu konuşmadan ve elimize tutuşturdukları bilgi broşüründen edindiğim bilgiye göre, “KKTC Devlet Sonfoni Orkestrası Yasası” meclisten geçme aşamasında.
           
Esasında sanatçı ve sanatçıya sahip çıkmak, sanatçıya sahip çıkılırken de sanatın evrenselliğini gözler önüne sermek ve bütün dünya insanlarını bir araya toplamak çok önemlidir.
           
Çoğu zaman söylüyoruz.  Dünyayı kurtaracak olan dostluklar, kardeşlikler ve sanattır.  Ulu Önder Atatürk’ün şu veciz sözü, o akşam da Eroğlu tarafından dile getirildi.  Ne demişti rahmetlik Atatürk?
           
“Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuştur.”
           
Ne kadar doğru söylemiş yüce Ata...
           
Bu orkestranın şefi, “Hoca” soyadlı sanatçı kardeşlerden biri idi.  Sanatçı “Hoca” kardeşler artık ünlenmişler ve sanat dünyasına damgalarını vurmuşlardır.  Orkestra Şefi Ali Hoca’dan başka, “Senfonik Özlem” konseri orkestrasında iki “Hoca” kardeş daha vardı.  Bunlardan birisi Oskay Hoca, diğeri de İlknur Hoca idi.  Belki yanılıyorum ve o gece soramadım da.  Belki de İlknur Hoca, “Hoca kardeşlerden” birinin eşiydi, obua sanatçısı.  Her ne ise... Yine de başarının grafiğinde seyreden altın değerindeki güzel insanladır onlar ve bütün orkestra elemanları.
           
Bu konseri izlerken nedense geçmişin basamaklarında dolandım durmamaca.  Sanki anılarımla konuşuyordum... 
           
Uzun yıllar önce, 1963 olayları sonrasında acılarımızı unutmak ve sanatla savaşları unutturmak adına, çok değerli dostum ve ünlü piyanist Rüya Taner’in babası bestekar ve müzisyen Yılmaz Taner’le, içinde benim de bulunduğum bir grupla “Kıbrıs Türk Senfoni Orkestra ve Korosu”nu kurmuştuk. Esasında “Filarmoni Topluluğu” adında oluşan bir kuruluştu o.  Yılmaz Taner’le ilk kez buluştuğumuzda bu kuruluşun ilk tüzüğünü de birlikte hazırlamıştık.
           
Dönemin Bayraktarı rahmetlik Kenan Coygun da bize katkı koyuyordu.  Rahmetlik Dr. Küçük de yanımızdaydı.  İlk çalışmalarımıza mahkemelerin oturum odalarından biri bize tahsis edilmişti.  O günlerin Sancaktarı da bize ganimet bir kuyruklu piyano hediye etmişti.  Büyük bir heyecanla memleketin amatör ses ve saz sanatçıları bir araya gelerek önemli bir olaya imza atıyorduk.  Kimler kimler yoktu ki o toplulukta.  Hem nefesli ve yaylı sazlardan oluşan bir orkestra kurulmuş, hem de buna ek olarak Türk sanat müziği gurubunu oluşturup konserler vermiştik.  Çok büyük bir ses getirmişti o konserler.
           
Esasında sözü “Senfonik Özlem”e getireceğim de, geçmişin basamaklarında dolanırken, “Nereden nereye ve nasıl geldiğimizin” sorgulamasını yapıyorum.
           
Evet!... Yılmaz Taner’in ve tüm arkadaşlarının vermiş olduğu konserler hala devam ediyor.  Lakin o zamanlarda Yılmaz Taner’in hedefi, henüz öğrenci olan yetenekli gençlerin önünü açmak, onlara bursla temin etmek ve Ankara Devlet Konservatuarı’nda eğitim görerek sanatçı olarak yetiştirmek ve adaya dönünce de KKTC Senfoni Orkestra ve Korosu’nda o büyük boşlukları doldurmaktı.  Anımsadığım kadarı ile orkestrada hangi enstrüman eksikse, o dala yöneltiliyordu gençler. İşte o yetenekli gençler arasında, soyadları “Hoca” olan kardeşler de vardı. 
           
Anımsadığım kadarı ile Ali Hoca ve Oskay Hoca da o hedef içinde kendilerine sağlanan devlet olanakları ile Türkiye’ye gidip devlet sanatışı olmuşlar.  Bu da bizi gururlandırmıştır.  Tabii ki K. Türk Senfoni Orkestrası’nın kadrolu sanatçıları arasında violonist Ali Şenol ve alto kemancı Aysel Şenol da vardı ve dahaları...
           
Demek yılların boşluğu öyle giderilirken, “Buralara kolay gelmedik” “Senfonik Özlem”i  izlerken diyorum.  Bu ifadeler “pay çıkarma” anlamında değildir.  Belki kendi müzik ve kültürümüzün özü için derinlikli ifadeler kullanıyorum.  Nitekim çok değerli bestekar hocam Ekrem Yeşilada’nın halk türküleri ve Türk sanat Müziği üzerine yazmış olduğu “Müzik Tarihimiz” adlı kitapları kocaman bir araştırma kaynağıdır.  Onun çalışmalarının bedeli de olamaz.  Bunları neden söylüyorum?  Kimsenin herşeyi hemen elinin altında kolay bulmadığını anlatmak için. Sadece sanata olan özlemlerle kalıcı sanatın birleştiriciliğine vugu yapmak istiyorum.  Ve gurur duyuyorum gençlerle ve böylesine önemli bir orkestraya hayat verdikleri için, kendilerini kutluyorum.
           
O gece bu orkestranın Balabayıs Manastırı’nda çaldığı eserler bizi hayli etkiledi ve bambaşka dünyalara götürdü.  Çalınan eserler arasında Brahms’dan, Bizet’ten, Çaykovski’den çok ünlü eserler vardı.
           
Tümü de müthişti.  Hani derler ya... “Tadı damağımda kaldı” dedirtecek son eser çalındığında tüylerim diken diken oldu, gözlerim yaşardı.  Kıbrıs Türkünün nelere muktedir olduğunu da görmek adına Şef ve bestekar Ali Hoca’nın Kıbrıs’ın anonim oyun havaları ve halk türkülerinden oluşan “Kıbrıs Orkestra Süiti” bize neler anımsattı.  İçimde büyük fırtılanarın koptuğunu hissettim o an.  O kadar mükemmel bir süitti ve Kıbrıs halk kütürünün ne kadar sanatsal biçimlenme için dünyanın müzik dünyasına girebileceği gerçeğini gösterdi.
           
Daha neler yazabilirim ki... Kelimeler, ne Ali Hoca’yı ve eserini, ne orkestra elemanlarının müthiş performansını ve başarısını yazmaya yetmez.  Tabii ki Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun sanatçılara ve sanata sahip çıkışı da ayrı bir gurur verici ve takdir edicidir, onun da hakkını vermek lazım.