Ülkemizde yaşanmakta olan ses kirliliği gerçekten çığrından çıkmıştır.  Sanırım benim gibi nice insan ses kirliliğinden çıldıracak derecede rahatsız olmuş ve olmaktadır.

             “Ses kirliliği” konusu, geçmiş  Meclis Başkanı Sibel Siber’in de basına çok önemli açıklamalar yapmıştı.  Fakat bu konu hiçbir zaman gündemden düşmedi diyebilirim.

            Dr. Sibel Siber sadece ses kirliliğine değil, aynı zamanda deniz kirliliğine de parmak basmıştı.  Demek oluyor ki, bir yerlerde kabul edilmez işlemler veya lakaydi tavırlar varmış ki, Sibel Hanım bayağı bu konuya asıldı.

            Sibel Siber konuya hem yasal şekli ile, hem de sosyolojik ve idari yönü ile ele almıştı.  Bakınız Sibel Hanım nelere parmak basmıştı geçmişte...

            “Ses ve deniz kirliliği konusunda denetimlerin yetersiz kalması, tüzüklerin de güncellenmemesinin yarattığı karmaşa, otorite boşluğu ve ceza uygulamalarındaki caydırıcılık gerçeğini bize gösterdi.  Derhal bu boşlukların doldurulması ve ülkemizde yaşanmakta olan ses ve deniz kirliliğinde gerekli yasal işlemlerin zorunluluğunu getirdi.”

            Şayet siz gecenin geç vakti, saygısız ve kendini bilmez motosiklet ve üç tekerlekli araçların gürültüsünden uyanırsanız, herhalde ana avrat söversiniz.  O motosikletlerin çok özel eksozları ve sırf gürültü çıkarma aksamları vardır.  O nedenle bu türdeki araçları kullanarak ses kirliliğine sebebiyet veren kişi veya kişilere gerekli cezai müeyyideler uygulanmadığı sürece, daha çok şeyler gelecek başımıza.  Motosiklet sürücüleri araçlarını balarisleyip zevklerini yapacaklar, sizler de yataklarınızda, hatta en derin uykunuzdan dik yukarı fırlayacaksınız ve hiçbir şey yapamayacaksınız.

            Sanırım pandemi dönemi de bazı olumsuzluklara istenen düzeyde el atılmasını da engellemiştir.  Lakin yine de bu toprakları, bu sokakları, bu denizleri ve kokladığımız havayı temiz tutmak, bizim elimizde.

            Gerçekten ilgili yasa ve tüzüklerde icab eden tadilatlar yapılmadığı sürece, şu motosiklet magandaları hepimizin hayatını alt üst etmeye devam edecekler.

            Bazı geceler misafirlerimizle balkonumuzda otururken, kulaklarımızı yırtarcasına bir motosiklet gelip geçerken, insanın fıttırası gelir. İşte o an neler neler geçmez ki aklımızdan.  Yani katil olmak hiçtendir.  O düşüncesiz sürücü beyinlerimizi oyarak hayatımızı alt üst ettiği an, ne yalan söyleyim bir tabanca al, düş o düşüncesiz sürücünün peşine ve kuş avlar gibi vur onu motosikletinin üstünde, diyesim gelir.

            Yani ses kirliliğinden katil olmak...

            Bazen o sürücülerin yarattığı gürültüden bir de küfür savururuz hepimiz de.  Hatta beddua bile ederiz.  Ne deriz?  “Geber!” deriz herhalde.  Öyle bir sürücü süratli motosiklet sürmesinden ötürü hayatını kaybettiğinde sanırım, “Su destisi su yolunda kırılır” der insanlar.

            Sibel Hanım’ın değindiği çok önemli birşey vardırki, o da ses ve deniz kirliliğine karşı denetimsiz ve lakayt kalmamızdır.  Tabii ki caydırıcı önlemlerin alınması da çok önemlidir.  O caydırıcı önlemler de mutlaka yasa ve tüzük tadilatı ile olur.

            Yasal düzenlemelerle birlikte çok yüklü para cezaları ve buna ilaveten trafik puvan eksiltmesi hayata geçirilirse, belki bu memleket adam olur, diye düşünüyorum.

            Hele bir o noktaya gelelim bakalım...

            Hele bir yürek ve cep yakan ağır cezalar gelsin ve uygulamaya girsin bakalım, bir kere daha kirlilik yaratan insanlar aynı seviyesizliği yaparlar mı?

            Sadece bunlar mı bizi rahatsız eden ve ülkemizin onuru ile oynayan insanların kirlilik yaratmaları?  Elbette değil.  Şayet siz ormanın ortasında piknik yapıp, bütün rezilliğinizi orada bırakıp giderseniz, mutlaka şu veya bu şekilde kanun sizin ensenize yapışacaktır.  Yangınlar boşuna mı çıkar?  Elbette sorumsuz insanlar yüzünden.

            Bütün bunların üstesinden gelmek için, herhalde piknik alanlarına ve deniz şeritlerine kameralar yerleştirmek gerek. 

            Büyük ülkelerde “Çevre polisleri” vardır.  Ama maalesef bizler henüz o çağdaş seviyeye çıkamadık.

            Arabada giderken sokağın ortasına pet şişe veya sigara pakeri atan var mı, onu da takibe almalıyız.

            Maalesef “Çevre Yasamız” var ama “Ç”nin zerresini hayata geçiremiyoruz.  Olası bir yasa tadilatında, herhalde bölge belediylerine de iş düşecek şekilde önlemlerin de alınarak gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

            Son zamanlarda gündendem düşmeyen elektrik ve elektrik santrallarındaki baca kirliği, bu kez bilimsel verilerle değerlendirildi.

            Kıbrıslı bilim adamımız Prof. Dr. Mete Tayanç’ın açıklamalarına da kulak verelim...

            “Avrupa Uzay Ajansı’nın Copernicus programı dahilinde hava kirliliği ölçümleri yapan Sentinel 5P uydusunun verilerine göre, KKTC üzerinde oldukça yoğun şekilde azot dioksit bulunuyor.  Bu kirliliğin sebebii Tenknecik ve Kalecik elektrik santralleri ile motorlu taşıtların fazlalığından kaynaklanıyor.”

            Bu bilimsel açıklamanın kestirme açıklaması “ZEHİRLENİYORUZ”dur.

              Bir de İstanbul’u düşünelim, pandemi ötesinde...Herhalde İstanbul’a gittiğinizde o tertemiz caddeleri, güzelim parkları ve toplu yaşama kültürünü görürsünüz.  İstanbul’un nüfusu sanırım 20 milyon civarında veya fazladır.  Ama bizim şu minnacık KKTC’nin nüfusu dört yüz bin gibidir.  Bizler şu nüfuscuğumuzla memleketimizin temizliğini sağlayamıyoruz, ama koskoca İstanbul kenti, pırıl pırıl göze çarpıyor.

            O zaman soruyorum...  Bizler çevre konusunda ne zaman adam olacağız?  Şu motosiklet magandalarından ne zaman kurtulacağız?  Ne zaman elektrik bacalarına filtre takacağız?