Başakşehir Belediyesinin düzenlediği "Çevrim İçi Buluşmalar" programına konuk olan yönetmen, senarist ve yazar Derviş Zaim, ilk yazdığı romanla birlikte kendi estetik ve ahlaki dünyasını kurduğunu söyledi.
Yeni tip koronavirüs salgını sebebiyle çevrim içi düzenlenen program, belediyenin Instagram hesabından canlı olarak yayınlandı.
Zaim, 1980'li yılların ortasında film yapmak için uğraşlara başladığını belirterek, "O sıralarda film yapmak çok zordu. Özellikle Türkiye'de sektörün can çekiştiği noktalarda film yapmak Everest'e tırmanmak gibiydi. Aşılması gereken büyük bir çöl vardı. Bu sırada film yapmaya çalışırken, bir yandan da yazmaya gayret ettim. Yazmak bir anlamda beni, geliştiğim şeyleri tamamlamak gibi bir duyguyla buluşturdu." dedi.
"İLK ROMANIMI YAZARKEN KENDİ İÇİMDE ESTETİK DÜNYAMI KURMAYA BAŞLADIM"
Hikaye ve senaryo denemeleri yazarken ister istemez dramatik yapıyla, karakterleri geliştirmeyle ilgilendiğini söyleyen Zaim, bu anlamda da yazma noktasında gelişiminin sinemada hikayeleri kurarken çok işine yaradığını ifade etti.
Derviş Zaim, sinemada teknik olan uygulamaların kısa sürede öğrenilebileceğini, fakat bir hikaye anlatımında ise temel kırılma noktalarından peşinden gidilmesi gerektiğine işaret ederek, şöyle devam etti:
"Ben de böyle yapmaya gayret ettim. İyi bir edebiyat okuru olmaya gayret ettim. Kendime ait denemelerim olmaya başladı. Bu denemeler yavaş yavaş hacim olarak büyüdüler. Sonra da bir romana doğru evrildiler. Roman için uğraşıyor olmak da beni epey geliştirdi, yavaş yavaş pişirdi. Aslında ilk romanımı 'Ares Harikalar Diyarında'yı yazarken kendi içimde estetik dünyamı kurmaya başladım. Ahlaki dünyamın temellerini de oluşturmaya gayret ettim. Kısacası bir yazarın yazar olabilmesi için gerek askeri koşullardan iki tanesi ahlaki ve estetik sistemini kurmasıdır. Dolayısıyla kitaplar, bunlar üzerinde düşünmemi sağladı. Daha sonra da sinemada bu durum beni destekledi. Bir sinemacının da yaptığı işlerde bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde ahlaki, estetik sistemini oturtması gerekir."
İngiltere'de mastır yaptıktan sonra Türkiye'ye döndüğünde kendi senaryosunu hayata geçirmek için çabaladığını dile getiren Zaim, "İlgilenilmediğini gördüm. 30'lı yaşlarımın başındaydım. Bu da bana şunu düşündürdü, 'şimdi bir akıllılık yaparsam momentum sağlarım' ya da 'daha fazla beklersem bana pek fazla imkan tanınmayacak.' Dolayısıyla 'öyle bir iş yapayım ki altından kalkabileceğim şartları bana getirsin. Yani istek olanakları belirlesin' dedim. Bu anlamda düzenli bir ordu mantığıyla senaryoyu yazmaktan vazgeçtim ve filmi gerilla tarzında yazmanın ve çekmenin daha mantıklı olacağını düşündüm. 'Tabutta Rövaşata' filmi, bu mantıkla ortaya çıktı." diye konuştu.
"GERİLLA TARZINDA İŞ YAPMAK SİZİ TAZELEYEBİLİR"
Usta yönetmen, "Filler ve Çimen" adlı ikinci filmini ise Susurluk skandalından hareketle yaptığını aktararak, şunları anlattı:
"Devlet ve mafya arasındaki ilişkiyi ele almaya gayret eden bir film. Orada da yarı gerilla tarzında bir tavır vardır. Bu durum özellikle 2000'li yılların başında yaptığım 'Çamur' filmine kadar devam etti. Çamur filminden sonra yavaş yavaş düzenli ordu mantığıyla işler yapmaya başladım. Ama kariyerimin ondan sonraki dönemlerinde yine gerillaya döndüğüm işler oldu. İyi ki de olmuş. Hep düzenli ordularla, belli yönetim yordamıyla işler yapmaya başlarsanız bir süre sonra kurumaya başlayabilirsiniz. Arada gerilla tarzında iş yapmak sizi tazeleyebilir. Ama gerilla tarzında bir film yapmak kolay değildir. Çünkü yapmaya çalıştığınız işin buna uygun olması lazım."
“EĞER İNSANLAR KALPLERİNE ÇEKİ DÜZEN VERMEZLERSE O İYİ YAPILMIŞ ANAYASALAR, İYİ İNŞA EDİLMİŞ SİYASİ SİSTEMLER İŞLEMEZLER”
Kıbrıs sorunu ile ilgili de birçok filme imza atan Derviş Zaim, "İnsanın hayatını sürdürmesiyle, değerlerini inşa etmesiyle ilgili meselelere her zaman dikkat etmeye gayret ediyorum. Kıbrıs sorunu da hala devam eden bir sorun. Dolayısıyla orada insanların yaşadıklarına ilişkin olarak soru işaretlerini artırabileceğim bir iş yapmak istiyordum. Bu manada şuna inanıyorum, anayasalar, siyasal, politik yapılar ne kadar iyi ince işçilikle inşa edilirlerse edilsin, eğer insanlar kalplerine çeki düzen vermezlerse o iyi yapılmış anayasalar, iyi inşa edilmiş siyasi sistemler işlemezler. Dolayısıyla insanın kendiyle ilgili, özellikle kalbi ve aklıyla ilgili sorular sormak lazım. Sanat da bunun için vardır. Sinema, edebiyat, şiir bunun için vardır. Şairlere bunun için ihtiyaç duyulur. Bu anlamda da bu mantık çerçevesinde yaklaşık yarım asır devam eden Kıbrıs sorunu ile ilgili bir kaç film yapmaya gayret ettim." şeklinde konuştu.
Usta yönetmen Zaim, dünya sinemasının olanaklarını, başarılı yönetmenlerin sözlerini her zaman dikkate almaya gayret ettiğinin altını çizerek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Aynı zamanda kes yapıştır yöntemiyle bize verilen reçetelerle iş yapmaktansa, kendi sistemimizi kendimizin kurduğu, kendi dilimizle, sözcüğümüzle kendi yoğurt yeme biçimimizle iş yapmamız ve yapılar kurmamızın gerekli olduğunu düşünüyordum. Bu özgürleşmenin koşuludur. Bunları da bir süs, hoşluk olsun diye murad etmiyordum. İnsanın nasıl daha özgürleşebileceği konusundaki duraklardan bir tanesi bu. Özgürleşmek için sizin nasıl hikaye anlattığınızla ilgili sorular sormanız da gerekir. Hikayelerinizin nedenini, niçin o hikayeleri seçtiğinizi iyi bilmeniz gerekir. Bu da hikayelerinizi, size ait bir dille anlatmanız gerekliliği gibi sizi bir noktaya getirir. Ben bu gereksinimler nedeniyle yaşadığım topraklardaki geleneğin ürünlerini sinemaya aktarmak istedim. Öncelikle ilk baktığım şeylerden biri Osmanlı dönemi ve o dönemin kültür atmosferi oldu. Acaba bunun bazı yapılarını sinemaya nasıl aktarırım sorusunu sordum. 'Cenneti Beklerken', 'Nokta', 'Gölgeler ve Suretler', 'Rüya' ve kısmen 'Filler ve Çimen' bunun değişik cevapları oldular."
Suriye'de yaşanan olayları konu edindiği son filmi "Flaş Bellek"in pandemi nedeniyle gelecek yıl vizyona gireceği bilgisini veren Zaim, filme başlarken Suriye'den kaçan birçok sığınmacının hikayesini dinlediğini, evlerine konuk olduğunu sözlerine ekledi.

Editör: Mehmet Kasimoglu