Nihayet sınır kapıları açıldı.  Bir buçuk yıldan beri kapalı olan kapılar, iki toplum liderinin mutabakatı ile açıldı.  Tabir yerindeyse şu koronavirüs, bütün dünyanın anasını ağlattı. Virüs nedeniyle pek çok insan hayatını kaybederken, insanlar başları tokuşa tokuşa, kendilerini korumaya aldılar ve hayatın kısmen normalleşmesi bir umut haline geldi.

            Yapılan açıklamalara göre dokuz sınır kapısı açılmış.  Binlerce insan kuzeyden güneye, güneyden kuzeye geçiş yaparak özlem giderdiler.

            Özlemler bireysel değil, kitleseldi.  Yani uzun zaman birbirini göremeyen insanların özlemi gibi değil kapıların açılması.  Bu özlem, adeta bir başka memlekete giderek, kapalı dünyadan çıkmış gibi...

            Ne yalan söyleyim...  Kapıların açılması düşüncesi beni de rahatsız ediyordu.  Hatta geçtiğimiz haftalarda buna yönelik bir yorum yapmıştım.

            Günlük gazeteler her gün vaka sayılarını veriyor.  Hem kuzeyde, hem de güneyde.  Nerdeyse bizde sıfırlanıyor pandemiye yakalanların sayısı.

            Yine de şu ifade geçiyor aklımdan.

            “Şu kapıların açılması ekonomimize katkı koyacak da, kuzeyde pandemi rakamları yükselirse, bunun hesabını kim verecek?  Veya bunun bedeli ne olacak?”

            Gerçekten bunu düşünmek lazım.  Ekonomi dibe vurdu, turizmciler batma noktasına geldi, pek çok mağaza kepenk kapattır, hayat rayından çıktı.  Hükümet ne yapsın?  Pandemi nedeniyle ülkedeki ekonomik etkileşimler, hayatı bu hallere soktu.  Kapıların açılmasından rahatsız olsam da, yine de hükümetin aldığı kararın olumlu olduğunu düşünüyorum.

            Tek tesellimiz, kapıların geçişerinde çok ciddi önlemler alınmasıdır.  Mesela geçişlerde kişilerden, 7 günlük negatif antijen veya PCR testi şart olarak aranıyor.  Onun yanında herkes bilinçli hareket ediyor.  Beraberlerinde maskelerini taşıyorlar.  Ceplerinde steril şişecikler ve daha niceleri var.

            Tabii ki aşılanan insan sayısındaki artışlar da ortamı olumlu yönde etkiliyor.  Aşısını yapan insanlar kendilerini daha bir güvende hissediyorlar.

            Mesela aşılı insanların antikor testleri yapılırken, bazılarının antikorları çok düşük çıkıyor.  Bu durumu bir profesör dostuma sordum. 

            “Antikorları düşük olan insanlar tehlikede mi?”

            Bana verdiği cevap şöyle oldu:

            “Antikorları düşük çıkan insanların endişelenmesine hiç gerek yok. Çünkü aşı yoluyla virüs, vücuda girmiş ve olası bulaşta vücut direnç durumuna girmiştir.  Ben de dahil, eşime ve çocuklarıma antikor testi yaptırmadım.”

            Bazen insan ne yapacağını şaşırıyor.  Yine de bilim adamlarının söylediklerine kulak vermek lazım.  Yani moral bozmamıza hiç gerek yok anladığım kadarı ile.

            Zaten sınır kapılarından geçişlerde olası bir vakada, iki taraf da tetikte bekliyor.  Mutlaka önlemler alınacaktır.

            Mesela yıllarca Lokmacı Kapısı’nın açılması için çok büyük mücadeleler veren esnaf, nerdeyse iflas bayrağını çekiyordu.  Güneyden geçişler ve alış verişler başlayınca esnafın yüzü gülmeye başladı.  Oteller de yavaş yavaş normal sistem içinde turist kabulüne başlıyor.  Gazinoların açılması ayrı bir avantaj, insanların baskın hayattan normal hayata dönmesi açısından.

            İnşallah herşey istendiği gibi gider de ülkeye para düşer, esnafın ve işletmelerin yüzü güler.

            Kapıların açılması sadece bize değil, güneyden gelen Rumlara da yaramış oluyor.  Kuzey, güneye göre daha ucuz olarak kabul edilir.  Bazı maddelerde çelişki olsa da, Rumlar kuzeye geçerek euro bozmak suretiyle alış veriş yapabiliyorlar.  Dolayısı ile bizim çarşıya da para düşmüş oluyor.  Bir yerde hem Türklerin kesesine, hem de Rumların kesesine faydalı.

***

            İşte zaman zaman ifade ettiğimiz gerçek buradadır.  Yan yana, iki ayrı ama eşit egemen devlet formülü ile bir çözüm olursa, işte o zaman bütün Kıbrıs halkı, gerçek mutluluğu yaşayacaktır.  Rum tarafında yapılan seçimler, faşist düşünceyi daha da tırmandırdığına göre, herhalde Rumlar bu çözüme hiç bir surette yanaşmayacaktır. Halbuki kapıların açılması en somut ve en gerçekçi örnektir.

            İki taraf arasında yapılacak ticari ilişkiler, bütün acıları arkada bırakacaktır, diye düşünüyorum.

            Lakin bir gün gelecek ve bütün yazılıp çizilenler, yeni nesiller tarafından okununca geçmiş politikacılar yargılanacaktır.  Özellikle çözümsüzlüğe oynayan Rumların genç nesilleri.  Belki de bizler hayatta olmayacağız bu yazılanlar yeniden okunurken.

            Üzerinden çok uzun zaman geçince insanlar daha net görebiliyorlar geçmiş hatalarını.

            Bu bağlamda aklıma Angela Merkel’in İsrail-Filistin çatışmasında İsrail davasına açık destek vermesi geldi.  Halbuki İkinci Dünya Savaşı’nda binlerce Yahudi’yi Almanlar krematoryumlarda yakarken, hiç mi vicdanları sızlamadı?  O zor günlerde binlerce hayatını kurtaran dönemin Türkiye Cumhuriyeti idaresinin fedakarlıkları unutulmuş gibi. Demek köprülerin altından çok sular aktı gitti.  Çok sular aktı gitti de, İsrail’liler geçmişteki Alman katliamlarını unutarak Filistinli müslümanlara kök söktürüyorlar.  Yani insanoğlu çiğ süt emmiş...

            Her şeye rağmen, küçücük bir mutluluk da olsa, kapıların açılması, insanları mutlu kıldı ve acıları unutuldu.