Bugün değişik bir konuya değineceğim: Sivil toplum. Tartışmalı ve farklı anlatımları olan sivil toplum tanımına girecek değilim. Buna karşın, “örgütlülük,” “kendi kendini yönetme,” “devletten farklılaşma,” “şiddete karşıtlık” gibi ögelerin, siyasal topluma ya müdahil olma ya da hiç karışmama gibi eğilimlerin öne çıktığını; çağdaş demokrasinin önemli unsurlarından sayılan çoğulculuk, hoşgörü, katılımcılık ve örgütlenme özgürlüğü ile bire bir ilişkili olduğunu ve bu kavramların, sivil toplumun doğasını oluşturduğunu söyleyebilirim.

Sivil toplum, hâlâ daha kesin sınırları belirsiz olan kamusal alan dışında olup gönüllülük esasına dayanır. Doğası gereği demokrasinin “anlamlaştırılmasında;” yurttaşlık bilinci, insan hakları, çevre ve demokratik değerlerin oluşarak yerleşmesinde önemli işlevi olabileceğini düşünüyorum. Kamusal alan gibi sınırları belirsiz olan sivil toplum sahasının, katıksız bir özgürlük alanı olmadığını da söylemek gerekir.

Siyaset kurumunun yarattığı ötekileştirmeyi görmezlikten gelip sivil toplumu parçalanmış/bölünmüş bir toplumsal yapı ortaya çıkarmakla suçlayanlar vardır. Nitekim ülkemizde de zaman zaman sivil toplum örgütlerinin çokluğundan yakınanlar, bu durumun birlik beraberliği zedelediğini söyleyenler olur. Oysa “bardağı dolu ya da boş görme” örneğinde olduğu gibi, sivil toplumun “parçalı örgütlenme” olduğu da söylenebilir. Kaldı ki, çoğulcu demokratik yapıdaki bir toplumda, “birlik - beraberlik”ten söz etmek, “abesle iştigal” gibi bir şey olur. Tabii ki, her kafadan bir ses çıkmasını doğal kabul edip ötekileştirme yapmamak koşuluyla!

ÜLKEMİZ SİVİL TOPLUMU İLE İLGİLİ

GÖZLEM, SAPTAMA VE GÖRÜŞLER

Ülkemiz bağlamında sivil toplumla ilgili bazı gözlem, saptama ya da görüşlerimi paylaşayım:

  • Ülkemizde çok sayıda sivil toplum kuruluşu olduğunu, hemen hemen her alanda örgütler oluştuğunu söylemek mümkündür.
  • Çok başarılı sivil toplum örgütleri yanında, yalnız adı olan sivil toplum örgütleri olduğu da söylenebilir. Devlet’in yapmadığını, yapamadığını yapan başarılı sivil toplum örgütleri vardır. Kıbrıs Türk Ortopedik Özürlüler Derneği, Kıbrıs Türk Engelliler Federasyonu, Kanserle Savaş Derneği’ni örnek olarak verebilirim.
  • Sivil toplum, zaman zaman, fiilen sosyo-ekonomik muhalefet rolü oynar ya da oynamaya çalışır. Bazı sivil toplum örgütlerinin siyasal parti gibi ya da var olan siyasal partilerin yan dalı gibi çalıştığı da sır değildir.
  • Sır olmayan başka bir gerçek de, önemli oranda sivil toplum örgütünün AB, ABD, az da olsa başka ülkelerin fonlarından yararlanarak varlığını sürdürdüğü ya da sırf bu fonlardan yararlanmak için kurulduğudur. Türkiye’den kaynaklanan, daha çok dinsel içerikli fonlar da var elbette ama dinsel örgütlerin sivil toplum niteliği zaten tartışmalıdır.    

SİVİL TOPLUMUN SORUMLULUĞU

Elbette ki siyaset kurumunu “yerden yere vururken,” sivil toplumun bunu gerektiren nedenlerde ne denli sorumluluğu olduğu da sorgulanmalıdır. Bu konuda benim tek sözcükle söyleyeceğim “sorumludur” biçimindedir.  Gelin bu sorumluluğu saptamaya çalışalım:

  • Sivil toplum, rant kültüründen, özellikle de kurumlaşmış popülizmden soyutlanamaz. Rant kültürü ve popülizm birbirini tamamlar. Veren yanında alan, alan yanında veren vardır. Yurttaşlık bilinci güçlü olsaydı popülizm bu kadar dal budak sarmazdı. Sivil toplumun bu konuda yurttaşı bilgilendirip yönlendirme gibi bir işlevi olmalıdır. Sivil toplumun bu konuda bir şey yaptığını sanmıyorum. Kaldı ki iç ya da dış fonlardan sağlanan para da bir anlamıyla ranttır. Özellikle AB fonlarının “PR (halkla ilişkiler)” ve “istihdam” niteliği göz önünde bulundurulursa bu yargının isabeti daha kolay anlaşılır.
  • Bu sayfada sıkça dile getirdiğim gibi, toplumdaki “yurttaş bilinçsizliği,” “bilinç bulanıklığı,” “toplumsal bellek yitimi/belleksizleşme” ile “kimlik bunalımı;” toplumun belirleyici özellikleri durumuna gelen ilgisizliği, duyarsızlığı, umursamazlığı, kuralsızlığı, nemelazımcılığı, bencilliği, uyumsuzluğu, maddiyatçılığı, çıkarcılığı besler ve demokrasinin en büyük hastalığı popülizme çanak tutar. Örnek olarak ülkemizde en çok yakınılan konuların başında gelen çevre kirliliği ile trafik kargaşasının, otorite boşluğu kadar yurttaş bilinçsizliğinden ya da bilinç bulanıklığından da kaynaklandığı iyi bilinir. Her halde sivil toplumun özellikle yurttaş bilinci konusunda söyleyebileceği, yapabileceği bir şeyler olmalıdır.  
  • Siyaset kurumuna egemen olan çatışma kültürü ile ötekileştirme, “anası gibi danası” söyleyişindeki gibi aynen sivil toplumda da geçerlidir. Bugüne kadar sağ ve sol eğilimli sivil toplum örgütlerinin, çevre, trafik ya da en basit insancıl konularda bile birlikte savaşım vermeleri bir yana, bir araya geldikleri pek görülmedi. İki eğilimdeki sivil toplum örgütlerinin diğerlerini düşman gördüğü bile söylenebilir. 
  • Kamuda siyasal ve yandaş nitelikli istihdamlara karşı çıkan sivil toplum örgütleri, istihdam gerçekleştikten sonra genellikle tavır değiştirerek istihdam edenlere sahip çıkmakta; böylece “siyasal erki kamuya yandaş istihdamı ile eşdeğerde görme anlayışı”nı, yani popülizmi besler duruma düşmektedir. Siyaset kurumunun, bu tür istihdamları pervasızca yapmasının nedenlerinden birinin, sivil toplumun bu “unutkanlığı” olduğunu söyleyebilirim.  

SONUÇ OLARAK

Bu konuda da amacımın bağcıyı dövmek olmadığını özellikle vurgulamak isterim. Ülkede çok başarılı sivil toplum örgütleri olduğunu ama sivil toplumun bütünüyle “masum” ve alkışlanacak nitelikte olmadığı söylenebilir.