Havalar ısınmaya başladı mı, bütün haşereler, yılanlar çiyanlar harekete geçerler.   Bunların en önemlisi, sivrisinek ve küpdüşen dediğimiz, tatarcıklardır.  Yazı dolu dolu yaşamaya başladığımız bu zamanlarda gerçekten sivrisinek ve küpdüşenler hayatımızı zehir ediyor.  O bağlamda sürekli dile getiriyorum zararlı haşerelere karşı ilaçlama yapılması lazım diye.

                Geçmiş belediler zamanında özellikle akşam üzerleri havadan püskürtme usulü ile ilaçlama yapılırdı.  Sonra o ilaçlama, doğaya ve özellikle insanlara zarar verdiği iddia edilerek durdurulmuştu.

                Herhalde Lefkoşa Belediyesine gelen pek çok sivrisinek ve tatarcık şikayetleri belediyeyi harekete geçirmiş ve özellikle dere yataklarını ıslah etmeye başlamıştır.  Bu operasyona en büyük tepkiyi de Yeşil Barış Hareketi göstermiştir.

                Yeşil Barış Hareketi Genel Sekreteri Doğan Sahir’in tepkisi, sivrisinek ve insanlara zarar veren haşereler için alınan önlemler değil, kamışlık ve sazlık bölgelere dozerlerin girmesi ve diğer canlılara zarar verilmesidir.

                Yeşil Barış Hareketi olaya farklı gözle bakıyor.  Temel düşünce doğanın dengesini korumak ve yapılacak operasyonlarda çok dikkatli olmaktır.  Bir diğer deyişle yılana, kurbağaya, kaplumbağa ve minik canlılara zarar gelmesi endişesidir.

                Sanırım bu operasyon insanları rahatlatacaktır sivrisinek ve tatarcık açısından.  Pek çok insana sorarsanız, “İyi ettiler de yılanları filan temizlediler” diyecektir.

                Olaya bilimsel ve doğa dengesi açısından bakarsak, Doğan Sahir herhalde haklıdır. Lakin Lefkoşa Belediye Başkanı Harmancı da kendince haklıdır.  Çünkü şikayetler bayağı kendini hissettirmiştir, sivrisinek ve tatarcık açısından.  Bir de hamam böcekleri, fareler vs. Var.

                Doğanın her zaman kendini tamir ettiğini düşünürsek, herhalde bu operasyonda yok olan çok sayıda yılan çiyan, yeniden kendi hayatları içinde şekillenecektir.  Tabii ki doğanın yapısından var olan birşey vardır.

                “Yaşamak için öldürmek zoruda olmak.”

                Bir yılan yaşamak için tarla farelerini yok ederler.  Bunun yanında işine yarayan ve dişine eden diğer canlıları da mideye indiriyor yılanlar.  Malum yılan soğuk hayvandır ve insanlar, her zaman yılandan ürkmüş ve korkmuştur.

                Gerçekten belediyecilik nankör bir meslektir.  Veya makamdır.  O nedenle kurumuş otları bir taraftan temizler, bir iki aya kadar bu kez yenileri çıkmaya başlar otlar.  Yani her zaman belediyenin eli tabiatın üstünde olmalıdır. 

                Belediye-Yeşil Barış Hareketi olayına bir de şu gözle bakalım ve şu soruyu soralım...

                “Çevre, doğa ve temizlik açısından bu iki önemli kurum neden önceden istişare etmez?”

                Bu bir koordinasyon meselesidir.  Sıkı işbirliği ile doğanın dengesi nasıl korunur onu tespit etmek ve önlemleri ona göre almak gerek.

                Kıbrıs insanının en büyük talihsizliği, kuruyan dereler ve dere yataklarındaki göletlerdir.  Özellikle Kanlıdere’nin yataklarında pek çok su göreti vardır.  Geçmişte Lefkoşa Belediye Başkanlığı yapmış Mustafa Akıncı, dere yataklarına okaliptüs ektirmişti sırf göletleri kurutmak için.  Nitekim bayağı işe yaramıştı o okaliptüsler.  Şayet dereboyunda yürürseniz yol boyunca kocaman okaliptüs ağaçlarını görürsünüz dere yataklarında.  Kocaman ağaçlar orman olmuş.

                İlk kez Kıbrıs’a okaliptüsleri de yine İngilizler getirmişti, bataklıkları kurutmak için.

                İngiliz dönemini hatırlıyorum...  Sıhhiye memurları ellerinde DDT sıkan flitleri ile evleri gezip kuyuları, açık tuvaletleri ilaçlarlardı.  Hatta eski insanların anlattıklarına göre, harup ve zeytinlere zarar veren kocaman tarla farelerini yok etmek için Kıbrıs’a milyonlarca kara yılan getirtip araziye salmışlardı.  O kara yıılanlar sayesinde tarla fareleri azalmıştı.

                Burada kısa bir anımı anlatayım olayla ilgili olarak.

                Yaklaşık beş altı yıl kadar önce mevsim bahara erince içten camlarımızı açmaya başlamıştık.  Lakin tarla farelerini sığacak genişlikteki pancur araları bizim için her zaman bir tehlike arzetmişti.

                Bir gün kalktığımda, ne buzdolabı, ne çamaşır, ne bulaşık makinası, ne klimalar ve ne de bilgisayarım çalışmıysordu.  Adeta çıldırma noktasına gelmiştik eşimle.  Bilgisayarcı ve klimacıları, hatta elektrikçileri getirip kontrol ettirince, pancur arasından giren bir tarla faresinin o kabloları nasıl yediğine ve hayatımızı felç ettiğine tanık olmuştuk.

                Bunun çaresini sorduğumuzda, bize bir ilaç tavsiye etmişlerdi.  Minik pembe  zehirli poşetleri evin her tarafına atınız dediler.  Biz de öyle yaptık.  Nitekim on beş gün sonra koridorda cansız kocaman bir tarla faresinin leşi ile karşılaşmıştık.  Bu ve buna benzer olayı yaşamamak için bütün pancurlara teller çaktırmıştık.  Lakin yazın kapı pencere açık otururken,  fareleri bekleyecek halimiz yoktu ya...

                Bir yaz sabahında bahçeyi sulamak için bahçeye çıktığımda, turunç ağacının altında kuzu gibi yatan, başları ısırılmış beş tane tarla faresinin ölüsüne tanık olmuştum.

                O halde bu konuyu sorgulamak lazım.  Dere yataklarındaki zararlı haşereleri koruma adına, belediye temizlik yapsın mı, yapmasın mı?

                Velhasıl mevsim kışa dönünceye kadar bu sorunları yaşamaya devam edeceğiz, kendi içimizde tezatlarımız olsa da...