Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP), Kıbrıs sorununun çözümünde meşru zeminin; “iki toplumlu, iki bölgeli ve siyasi eşitliğe dayalı federasyon” olduğunu belirterek, bu zeminden ayrılmanın, “Kıbrıs Türk tarafı olarak ‘Biz artık çözüm istemiyoruz’ demekle eş anlamlı olacağı gibi Kıbrıslı Türklerin acilen ihtiyaç duyduğu kapsamlı çözüm iradesine sırt çevirmek” anlamına geleceğini kaydetti.
Cumhuriyetçi Türk Partisi, gerek Cumhurbaşkanlığı, gerekse “azınlık” hükümetini yanlıştan vazgeçmeye ve başta AB ile ilişkiler olmak üzere dış ticaret ve temasları tehlikeye atan adımlardan kaçınmaya çağırdı.
CTP’den yapılan yazılı açıklamada, Kıbrıs sorununun halen çözümsüz kalmasının başlıca nedeninin; “çözüm yönünde gerekli olan siyasi irade ve kararlılığın eş zamanlı olarak ortaya konmamış olması” gösterildi.
Özellikle son dönemlerde gerek Cumhurbaşkanlığı’ndan, gerek Türkiye’den, gerekse henüz güvenoyu almamış UBP-DP-YDP azınlık hükümetinin programında yer alan “iki devletli çözümün”, Kıbrıs Türk halkını uluslararası hukuk ve toplumdan gittikçe uzaklaştırdığı savunulan açıklamada, şunlar dile getirildi:
“Türkiye Dışişleri Bakanı tarafından da Birleşmiş Milletler’e (BM) iletildiği belirtilen ‘iki ayrı devlet’ önerisi hem BM Güvenlik Konseyi kararlarının değişmesini, hem de Kıbrıs Rum Yönetimi'nin bunu kabul etmesini gerektirmektedir. ‘Egemen eşitliğe dayalı iki devletli çözüm’ formülünün BMGK üyeleri ve Rum Yönetimi tarafında kabul görmeyeceği açıktır.
Ancak bu yanlış talepte ısrar etmenin yalnızca çözümü belirsiz bir geleceğe havale etmekle kalmayacağı, aynı zamanda Kıbrıs Türk halkının çözüm iradesi zeminindeki meşru taleplerini reddedenlerin elini de güçlendireceği herkesçe bilinmelidir.
1968 yılından bu yana ilgili tüm BMGK kararlarına bağlı ve BM Genel Sekreteri himayelerinde sürdürülmekte olan müzakerelerde Kıbrıs sorununun çözümüne dair ana ilke ve parametreler net bir şekilde belirlenmiştir. Özellikle 2004’te Kıbrıs Türk toplumunun yüzde 65 oranında kabulünü almış olan Annan Planı ve 2017 Crans Montana konferansına kadar taşınan müzakere süreçleriyle birlikte, federasyon temelli kapsamlı çözüm ana hatlarıyla ortaya çıkmıştır. 11 Şubat 2014 tarihli ortak metin, Crans Montana itibarıyla varılan tüm yakınlaşmalar ve 30 Haziran 2017 tarihli 6 maddeli Guterres Belgesine bağlı kalarak gerekli liderliğin gösterilmesi; geriye kalan farklılıkların ucu açık olmayan ve sonuç odaklılık prensipleri çerçevesinde belirlenecek yöntemle müzakere edilmesi ve daha fazla gecikmeden kapsamlı çözüme dair siyasi anlaşmaya ulaşılması, tüm taraflara düşen asgari sorumluluktur.
Kıbrıs sorununda ‘2003 öncesi politikalara dönüş’ün pratikte ciddi bir maliyeti olacaktır ve bu maliyeti ödeyecek olan da Kıbrıs Türk halkıdır. Örneğin Avrupa Birliği (AB) nezdinde tescilinin ekonomimiz için ne denli önemli olduğu bilinen hellim konusunda zaten zor şartlarda elde edilen tüm zemin berhava olacaktır.
Kıbrıs sorununun çözümünde meşru zemin iki toplumlu, iki bölgeli ve siyasi eşitliğe dayalı federasyondur. Bu zeminden ayrılmak, Kıbrıs Türk tarafı olarak ‘Biz artık çözüm istemiyoruz’ demekle eş anlamlı olacağı gibi, Kıbrıslı Türklerin acilen ihtiyaç duyduğu kapsamlı çözüm iradesine sırt çevirmek demektir.
Bugün ‘federasyon zemini ortadan kalkmıştır’ demek, Kıbrıs Türk tarafının BM nezdinde ortaya koyduğu ve çözüm bağlamında sağladığı moral üstünlüğünü bertaraf etmek, Kıbrıs Türk Toplumunu 40 yıl öncesine götürmek demektir.
Rasyonel bir tarafı olmayan iki devletli çözüm modelini hala dillendirmek, topluma 5 yıl daha zaman kaybettirmekten başka bir anlama gelmeyecektir.
Yeni kurulan UBP-DP-YDP Azınlık Hükümeti programı bu açıdan son derece endişe verici ifadeler içermektedir.
Cumhuriyetçi Türk Partisi olarak, gerek Cumhurbaşkanlığı, gerekse azınlık hükümetini, yanlıştan vazgeçmeye ve başta AB ile ilişkiler olmak üzere dış ticaret ve temasları tehlikeye atan adımlardan kaçınmaya çağırıyoruz.
Kıbrıs Türk halkı belirsizlik değil geleceğini öngörebilmek, dünyadan kopmak değil bir an önce dünyayla buluşmak istemektedir. Bunun da yolu federal çözüm hedefinden asla sapmamaktır.”

Editör: Mehmet Kasimoglu