Birinci Dünya Savaşı’nda, Almanlarla girdiği çatışmada yenilen bir Fransız generali, üstlerine göndereceği rapor için “yaz” der emrindeki subaya, “Almanlarla girdiğimiz savaştan zaferle çıktık.”

Fakat generalim” diye tepki gösterir subay, “biz yenildik.”

Sen benim dediğimi yaz evlat” der general, “ileride tarih yazarlarken bizim raporumuza bakacaklar.

               Fransız generalinin yaptığı, tarihsel süreç içinde propaganda, hakla ilişkiler ya da PR (public relations), kamu diplomasisi, son zamanlarda algı yönetimi kavramıyla ne kadar da çakışıyor. 

Çağımızda yalnız askerler değil, siyaset, medya (ve elbette ki sosyal medya), sivil toplum, hatta kişiler bile Fransız generali gibi yapar ama esas olarak siyaset üzerinde duracağım. Siyaset derken hem kurum olarak siyasetten, hem siyasetçilerden, yani bir bütün olarak siyaset kurumundan söz ettiğimi peşinen belirteyim.

 

SİYASETİN ALGI BECERİSİ VE BECERİSİZLİĞİ

Siyaset, anekdotta anlatıldığı gibi başarısızlıkları laf kalabalığı ile başarı gibi göstermeyi, Fransız generalinden iyi bilir. Başarılardan pay almasını; başarısızlıkları başkalarına yüklemeyi, gerekçeler, mazeretler, nedenler arkasına saklanmayı da çok, hem de çok iyi bilir. Bu konularda çok da beceriklidir.

Peki ama algı yaratmanın önemini bu kadar iyi bilen, hatta varlık nedeni bir anlamda yaratacağı olumlu algılarla bağlantılı olan siyasetin, kendisi için olumsuz algı yaratacağı açık, çoğu kez dibe vurdurma özellikli kimi uygulamalarını nereye oturtmalı?

Makam aracı olarak alınan yeni Mersedes’ler konusu var ya! Şu, son zamanların en, -tam sözcüğünü bulamadığım için bunu kullanıyorum-  anlamsız, algı yönetimi kavramına çok ters uygulaması! Sözü oraya getirmeye çalışıyorum.

Be kardeşim, memlekette eğitiminden sağlığına, trafiğinden imarına, bilmem nesinden nesine onca sorun var, neredeyse tüm sivil toplum ayakta ve sorunların çözülememesi genellikle kaynak sıkıntısına dayandırılırken, makam arabaları söz konusu olunca bu bonkörlük, hovardalık ve kamu kaynaklarını “cevizcinin çuvalı” gibi kullanmak neden?

Yoksa bu araçları kullanacakların başı göğe mi erecek?

Kaldı ki bunun yarattığı olumsuz algı, yalnız günün hükümetini, iktidarını değil, devletin temellerini sarsıcı sonuçlar doğurabiliyor.

 

KKTC’Yİ SEVMEMEK İÇİN HERŞEYİ YAPMAK

“KKTC’yi sevmememiz için her şey yapılıyor” sözünü çok duydum, başka uygulamaların yanında, son Mersedes olayı için! Çünkü algı söz konusu olduğu zaman, akıl mantık, gerçekler bir yana bırakılabiliyor.

Mersedes’ler – KKTC bağlantısı da aslında öyle bir şey!

Elbette ki siyasetin, bu konuda somut olarak bir hükümetin uygulamalarıyla KKTC ilgisiz değil ama doğrudan bir neden – sonuç ilişkisi yaratacak bir ilgi değil bu! Ama algılama öyle olabiliyor.

Asıl tuhafı bunu yapanların KKTC konusunda mangalda kül bırakmamaları! “Bir çuval inciri berbat etme” atasözünü anımsatırcasına hem de!

Ve bindikleri dalı keser durumunda, yanlış hesabın Bağdat’tan dönmesini hesaplamama zaafiyeti içinde olmaları!  

Hem de ülkede, KKTC’nin “Kıbrıs Sorunu”nu da çıkmaza soktuğunu, hatta tüm kötülüklerin kaynağı olduğunu ısrarla savunan, KKTC ilan edilmeseydi sorunlar yaşanmayacağı savını öne süren; “Kıbrıs Sorunu”nu ana sorun ya da sorunların kaynağı olarak gören saplantılı ama güçlü bir siyasal eğilim varken!

 

BAKANLIKLAR TEMSİL/PROTOKOL MAKAMLARI DEĞİL,

İŞ YAPMA/İCRAAT MAKAMLARI OLMALI

Konunun başka bir yönü daha vardır:

               Anayasal kurallara bakıldığında, bakanlıkların “temsil/protokol makamları” değil “iş yapma/icraat makamları” olduğu açıkça görülür. Doğrusu da budur ama uygulamada bakanların önemli bir bölümü, “temsili” yetkileri varmışçasına zamanlarının önemli bölümünü “protokola,” bu bağlamda ön planda ve görünür olmaya, bunun için tv kanallarında boy göstermeye ayırırlar. “İş yapma/icraat” makamı değil de “temsili/protokol makamı” gibi davranırlar. Oysa Başbakan zaten protokolde hükümeti ve bakanları temsil eder. O halde niye tüm bakanlar protokolde yer alsın ki? Başbakanla ilgili bakanın bulunması niye yeterli olmasın?

               Gösterişli makam aracı, bu bağlamda Mersedes sevdası biraz da bu “temsil/protokol makamı” gibi davranmaktan kaynaklanır.  

               Bunun çaresi, sistem parlamentarizm olarak da kalsa, başka sisteme de geçilse, bakanlıkların protokol değil, iş yapma yeri olduğu anlayışının yerleştirilmesidir. Bunun anlamı, egoları tatmin eden protokol ve bu bağlamda gösterişli ve görünümlü makam aracından onları yoksun bırakmaktır ki bu da her babayiğidin harcı değildir. Kaldı ki harcı olan babayiğidin de bunun idrakinde olması gerekir.

 

KIRK DERVİŞİZ, BİRBİRİMİZİ BİLMİŞİZ

        

Burası küçük bir ülke ve biz küçük bir halkız. Kırk dervişiz, birbirimizi bilmişiz.

O halde ve gerçekten de, kırk dervişin birbirini bildiği bu küçücük ülkede, sınırlı ve belirsiz bir süre kalınan siyasal makamlar için gösterişli ve görünümlü makam araçları neden bu kadar önemli? Neden ille de Mersedes?

Bir dönem, Geçici Hükümet’in başı Sibel Siber, makam araçlarının kullanılmasını yasaklamıştı.

Anımsayınız, bu küçücük jestin bile toplumda ne kadar olumlu yansıması olmuştu. O geçici hükümete sempati ile bakılmasının temel nedenlerinden biriydi bu! Yoksa onca kısa sürede büyük başarılar söz konusu değildi ve olamazdı o geçici hükümet için!

Keşke şimdiki hükümet de, buna benzer bir uygulama yapsaydı. Makam araçlarını tümüyle kaldırmasa bile, gösteriş ve görünümden arındıracak küçük araçlara yönelseydi.

Ben de boşuna nefes tüketiyorum galiba! Zenginin parası züğürdün çenesini yorar ya! Bizimki o hesap!

Ama olsun! Biz yine de çenemizi yormayı sürdüreceğiz.