Son zamanlarda pek sık kullanılan bir cümle vardır.  Özellikle bazı Türk siyasileri bunu dillendiriyorlar ve bu sözlerden de pek çok Kıbrıs Türkü, rencide oluyor.  O sözler aynen şöyledir:

                “Unutmayın!  Sizi biz kurtardık v.s.....”

                Bu sözler ne zaman söylenir, normal bir hayatın içinde veya zıtlıklarda, TC vatandaşlarının çıkarlarında veya Kıbrıslı-Türkiyeli çatışmalarında.

                1974 Mutlu Barış Harekatı’ndan sonra bu cümleyi kaç kez TC vatandaşlarından duyduğumu şu anda hatırlamıyorum.

                Bazen de şu cümleler kurulur yine TC vatandaşlarımız tarafından:

                “Siz Kıbrıslılar biz Türkiyelileri hiç sevmezsiniz...”

                Bu son ifadeleri kabul etmek mümkün değil. 

                Bu sözler de bir çatışma esnasında veya bir sitem dizisinde söyleniverir.

                Şu anda bir kitap yazıyorum...  Henüz baskı aşamasına gelmedi ama, şayet ömrüm vefa ederse bu kitabı hayata getireceğim.  İşte bu çok önemli anımı kitaba alırken, o anımın başlığı da “Sizi biz kurtardık” olacak.

                Bakınız ve bu anımı lütfen çok iyi okuyunuz.  Bu yazıyı okurken de, şu ifadeyi kullanıyorum:

                “Hiçbir Türk, diğerinden daha milliyetçi ve daha vatansever olamaz.”

                Genel anlamda siyasetle vatanseverlik eşleşiyor.  Rahmetlik Bülent Ecevit, Kıbrıslıların “Kara Oğlan”ı değerli siyasetçi, bu tür yorum veya ifadeleri çok mükemmel kullanırdı konuşmalarında veya beyanatlarında.  Hatta demokrasi söyleminde vatanseverliğin ve Atatürkçülüğün kavram ve ilkelerini o mükemmel Türkçesi ile yorumlardı.

                İşte sözünü ettiğim anım...

                Malum 1974 Mutlu Barış Harekatı ile gelen o büyük göçün biz de hasbelkader bir parçası olmuş ve İskan Dairesi’nde önemli bir göreve getirilmiştim.

                İskan politikasında hazırlanan ylönetmelik, çok geniş bir yelpazede statü yaratmıştı.  Bütün İskan Dairesi Komisyon ve dağıtım kurullarında o sstatüler ve öncelik kriterleri dikkate alınırdı.

                Öncelik her zaman şehit eşlerindeydi.  Onları şehit anne babaları takip ederdi.  Ondan sonra da 1974 göçmenleri, 1963 göçmenleri, TBK’lar, diğer bir deyişle Türk Barış Harekatı’na katılanlar, 1958 göçmenleri, İktisaden Güçlendirilecekler ve buna benzer değişik statüler.  Bu statülerin geniş tutulmasının amacı, boşalan evleri sahiplendirmekti.

                Hemen hemen her gün  üç yüz kadar göçmene muhatap olur ve onların ev sorunlarını giderirdik.  Onların “ev sorunu” dediğim şey, Rumlardan kalan boş evlerin tahsisiydi.  Yıl 1976’ya geldiğinde artık kaynaklar tıkanmaya başlamıştı.   İskan Dairesi’ne gelişimle daha sonra Ankara Büyükelçisi olan can dostum Tamer Gazioğlu ile Akatu’ya (Yeni Tatlısu) yerleştirilen güney göçmenlerinin Balabayıs’a aktarılması çalışmalarına katılmıştık.  O günlerin tıkanıklığını ve günlük dağıtımları, dönemin bakanına bilgi mahiyetinde aktarırdık.

                O çalışma sürecinde bu tıkanıklığı gidermek için ben de uzun bürokrasi deneyimime ve cesaretime dayanarak o günlerin Kolordu Kurmay Başkanı’na çıkmıştım.  O randevuda tektim.  Kolordu Kurmay Başkanı’nın odasına alındığımda geçmişte Kıbrıs’ta Bayraktar yardımcılığı yapmış çok sevdiğim bir komutanla karşılaşmıştım.  O komutan, rahmetli Şamil Özdilli idi.

                Şamil Özdilli ile benim tanışmam, benim Dr.Küçük’ün Özel Kalem görevlerim esnasında olmuştu. 

                Çok değerli komutan Şamil Özdilli beni görür görmez beni kucaklamış ve hemen bana kahve ikram ederek, “Bugün öğle yemeğini birlikte yiyeceği, gitmek yok” demişti.

                O gün hep 1963 sonrası olayları ve çektiğimiz zorlukları konuşmuştuk.  Sohbet ilerleyince sevgili Şamil Özdilli bana sormuştu:

                “Hayırdır, bir maruzatın mı var?” deyince ben de kendisine şöyle demiştim:

                “Komutanım...  Malum bizler İskan Dairesi olarak Akatu’daki Tatlısu göçmenlerini Balabayıs’a aktarıyoruz.  Lakin bölgede konut sıkıntısı var ve bizler bu sorunları çözemiyoruz.  Bir zahmet bize askeri bölgeden bir miktar konut açınız ki sorunlarımızı giderebilelim.”

                Bu sözüm üzerine hiç tereddüt etmeden, ”Size bu bölgeden 30 kadar evi serbest bırakmayı vaad ediyorum” demişti.

                Çok sevinmiştim...   Yemeğe geçtiğimizde hep eski günleri konuşmuş, sonra da Şamil kokmutan elime yaklaşık dört yüz kişilik TBK’lı ve TC sehit aileleri listesini tutuşturmuştu.

                İşte o an kafam dönmüştü.  Ve kendisine şöyle demiştim:

                “Komutanım siz bize 30 evi serbest bırakacağınızı söylüyorsunuz ama, dört yüz kişilik de bir talep listesi tutuşturdunuz elime.  Hatta, “Bunlara öncelik veriniz” demişsiniz.

                Şamil Komutan, “İşte idare edin canım.  En acil olanları bu listedeki evlerle halledersiniz” demişti.

                Yine kara kara düşünmeye başlamıştım.

                Balabayıs’ın askeri bölgesinden bir kısım evin serbest bırakılacağını duyan Türk Barış Hareketı gazisi bekar bir Türk askeri benden, o 30’luk liste içinde olan tam da körfezin üstünde dört yatak odalı, 7 dönümlük asma bahçesi ile o muhteşem evi istemişti.  Meğer Kolordu’dan kendisine sösylenmiş.  “Git İskan ilgilileri ile konuş, onlar sana o evi verecekler.”

                Anımsadığım kadarı ile o listede o askerin de ismi vardı.

                Askere “Bunun kararını ben veremem, bekleyeceksin.  Değerlendirilecek, o olmazsa, sana bir başka ev vereceğiz” dediğimde belindeki tabancasını çekip bana çok sert ve kürüf dolu bir ifade ile, “Unutmayın, sizi biz kurtardık.  Onun için bu evi bana vermez zorundasınız” deyince sinirlerim tepeme çıkmıştı.  Askerin tabancası hala üzerime yönelimişti.  Artık ne olursa olsun, bu askere gereken cevabı verecektim.

                “Sen, bizi kurtaran Türk askeri, gavurun iki paralık evi için beni vuracaksan vur be!  Bak, ben tam beş yıl mücahitlik yapmış ve gavurla cephede savaşmış bir göçmenim.  Henüz ben de ev alamadım.  Beni öldürmek isteyen Rum öldüremedi, beni kurtaran Türk askeri öldürecekse, öldür be!” deyip göğsümü açmıştım.  Lakin benim sinir dolu çığlıklarım bütün memurların odaya doluşmasaına neden olmuştu.

                Tabii ki yaptığı kötü hareketin farkına varan o Türk askeri pişman olarak ellerime sarılmış, “Ben yaptım sen yapma abi” diyerek vaziyeti kurtarmak istemişti.

                O askerin sözünü ettiği evi komisyon, güneyde çok büyük bir servet bırakan ve hala daha bıraktığının karşılığını alamayan bir Kıbrıs’lı göçmene verdi. 

                O “Bizi kurtardığını” söyleyen askerin sözleri hala daha kafamda tınlamaktadır.  Özellikle bugünlerde yine bu kelimeler dillendirilmektedir.

                “Sizi biz kutadık...”

                O bizi kutaran Türk askerlerine neler vermedik ki helal olsun...  Ne evler, ne bahçeler, ne krediler, ne iş yerleri, ne işletmeler ve ne eşyalar...

                Ondan sonraki süreçte o “bizi kurtaranlar” lebi derya almış oldukları arazilri milyon sterline satarak kendi memleketlerinde apartmanlar yapmış ve bu toprakları terk etmişlerdir.

                Şunu de ifade etmem lazım.  Mutlu Barış Harekatı sonrasında parayla değerlendirilemeyecek pek çok değerli TC vatandaşı ile dost oldum, kardeş oldum.

                İşte o unutulmaz anının hikayesi de böyle.  Siz nasıl yorumlarsanız yorumlayın, savaş sonrasında unutulmayanlar hep hatıra defterlerimize ve belleğimize girmiştir.