Var oluş mücadelemizde ne kadar çok insanı toprağa vermişiz...  Ne kadar gözyaşı dökmüşüz...  Ve ne kadar özlemlerle acıları yüreğimize gömmüşüz...
Bugünkü yazımı, son şehidimiz Halil Ziya’nın anısına yazıyorum.  Halil Ziya kardeşimiz 17 Aralık 1964 tarihinde Larnaka’nın Menevi Köyündeki evinden çıkıp işine giderken, Bahçalar Köyü yolunda önü kesilerek kaçırılmış ve bir kez daha ondan haber alınamamış.  
Onun kaybolmasının üzerinden tamı tamına 53 yıl geçmiş.  Bir ömürlük bir zaman...  Ve 53 yıl sonra kemikleri Çite Köyü yakınlarında bulunup DNA testi yapılınca onun ismi artık “kayıplar” listesinden çıkmış ve “şehitler”  listesine yazılmış.
Sizi bilmem ama son şehidimiz Halil Ziya’nın ölüm ilânını incelediğimde yüreğim doldu.  Adeta ağlayasım geldi.  “Defin Töreni” başlığı ile  törenin ayrıntıları verilirken, aile nüfusunu ve o nüfusla beraber acıları ile ölen aile fertlerini de inceliyorum.
Halil Ziya’nın tamı tamına 7 çocuğu varmış.  Ve arkasında bıraktığı eşi Nazime Halil Tokel, babasız kalan bu çocukları ile çok büyük acılar yaşamış.  
Kayıp insanların aileleri her zaman içlerinde kalan en ufak umutla yaşarlar ama, kayıp yakınları bulununca bütün hayalleri söner ve yok olur.
Bir aya kadar kayıplar ve ailelerinin yaşadıkları acıları ve büyük beklentileri anlatan, çok yakında yayınlayacağım “GİDİŞLE DÖNÜŞÜN ROMANI” isimli ikinci romanımı naçizane bir ifade ile kaleme alırken, öylesine bütün kayıp ailelerinin duygularına ve beklentileri girmişim ki, nerdeyse bütün hücrelerim o kayıpların hücreleri ve sızıları ile özdeşleşti diyebilirim.  O bağlamda bütün kayıp ailelerinin ne kadar büyük bir beklenti içinde mahvolduklarını biliyorum.
O nedenle son şehidimiz “HALİL ZİYA”nın defin ilânından bir alıntı yapmak istedim acıları ve özlemleri anlatma açısından.
Halil Ziya’nın Cemal Balses isimli evlâdı şu mısraları dökmüş kağıda kalbinin içinden akan kan süzülen nehir gibi.   Esasında çok büyük baba özlemi çeken evlâdın büyük isyanlarıdır o şiir.  Babasının ölümünden çok sonra (kaç yaşında vefat ettiğini bilmiyorum) vefat etmiş.  Yani o aileden çoğu, babalarının kemiklerini bile görememişler, onun diriliğini ve hayat gücünü sanki hisseder gibi son yolculuğuna katılamamışlar.  İşte merhum oğul Cemal Balses’in babası için yazdığı o son mısraları...
“Yattığın yer meçhuldur
             Her gün beklerim yollarını,
             Sahillerin tenhalığına değil, 
  Kalbimin en güzel yerine
  Yaptım mezarını...”
Bu şiirde ne kadar çok baba özlemi var anladınız mı?  Özlemle beraber umutsuzluk ve sonsuz acılar var o şiirde.
Son şehidin son yolculuğuna kimler kimler katılamamış ve bu dünyadan acıları ile göçüp gitmiş...
Halil Ziya’nın büyük oğlu Hasan Halil 1974 savaşında şehit olmuş ve onun ardından eşi de vefat etmiş. Şahit Halil Ziya’nın Eşi Nazime Halil’in de vefatı var o defin ilanında.  Baba özlemi ile kahrolan Cemal Balses’ten sonra iki evlat daha var.  Evlatların eşlerinden de iki kadın var bu ölüm kervanında.
Yani toplamda babasız geçen o uzun yolun sonunda tamı tamına sekiz kişi bu dünyadan göçmüş.
Bugünkü tarih itibariyle “Son Şehit” dedim Halil Ziya için.  Sanırım ileride yeni kayıpların kemikleri bulununca ve onlar için de defin törenleri yapılınca, o zaman o son şehit sözüm, onlara doğru kayacak.
Gerçek nedir bilir misiniz?  
Kayıpların dönüşü, gerçek anlamda beklenen bir dönüş değildir.  Yıllar önce o kapıdan çıkıp giden bir babanın 53 yıl sonra kemik olarak dönüşü de dönüş değildir.  Bu acı durumla karşılaşan ve yıllarca ömürlerini onu beklemekle geçiren aileler için o dönüş, kesinlikle sevinçli bir dönüş olamaz.  Özlemle kederlerin kesiştiği noktada duyguları karmakarışık olur insanların. Yüreklerine çifter çifter düğümler atılır ve son durakları babalarının mezar taşları olur.
Tabii ki o masum ve acılarla dolu insanların son tesellileri de şu olur:
“Şimdi babamın şu mezar taşının altındaki toprakta yatıyor.  Artık onu beklemeye de umut kalmadı.  Tek tesellimiz, onun kemiklerinin ve ruhunun şu mezar taşlarının esrarında olması ve o düşüncelerle onun mezarına kırmızı güller bırakmamız olacak.”
Yani diyeceğim şudur...
Bazı insanlar Rumlarla yeniden bir hayat kurmak için “Barış barış” diyerek barış havarisi kesilirler de bu kayıp ailelerinin acılarını bilmezler ve hissedemezler.
21 Aralık 1963’ten bu yana 54 yıl gibi koca bir zaman geçti ve biz, meçhullerimizle ve o büyük beklentilerimizle Rumlarla bir gelecek için umut kapılarını açık bırakıyoruz.
Bence artık o kapı son kez kapanmalı ve KKTC’nin tanınması için kolları sıvamalıyız.  Kıbrıs Türkü bugüne kadar çok bedel ödemiştir özgürlüğü ve var oluşu için.  O özgürlüğün ve mutluluğun bozulmamasını baz alarak Rumlara o kapıyı kapatmanın da bir erdem olacağını düşünüyorum.
O defin töreni ilânı beni nereden nereye kadar sürüklemiş acılar bağlamında.  O kayıp ailelerinin hisleri ve duyguları ile kaleme aldığım bu yazı da, son şehit Halil Ziya’nın aziz hatırasına gitsin, diyorum...
Allah’tan Halil Ziya’ya gani gani rahmet, yaslı ailesine de başsağlığı dilerim.  Ruhu şad olsun!