İsmail BOZKURT

Aslında aşağıdaki alıntıyı hiçbir açıklama yapmadan paylaşmak isterdim. Ne var ki metinde isimler var. Oraları boş bıraksam ya da takma adlar mı kullansan diye aklımdan geçirmedim değil ama olmaz. Bu bakımdan alıntıyı orijinalindeki gibi aynen kullandım.

Bu yazı 13 Mayıs 2008 Salı günü Vatan gazetesi Düşünce Ortamı köşesinde benim imzamla yayımlandı. Siyaset kurumumuzdaki o zamanki “diyalogsuzluğu” dile getiriyor ve “acaba Meclis’te ‘havanda su mu dövülüyor’” sorusu ile bitiyor.

Günümüzde durum nasıl acaba? Kıbrıs sorununda hâlâ havanda su mu dövülüyor? Hem yalnız Kıbrıs sorunu konusunda mı havanda dövülen su, yoksa hemen hemen siyasetin her alanında mı?

O günkü “halimiz” ile günümüzdeki “halimiz” ne kadar da birbirine benziyor. Benziyor değil, tıpatıp aynı! Kimse “nesebi sahih” olmadığımızı söyleyemez.  

         11 Mayıs 2008 Salı günkü o yazım aynen şöyle: 

“HER KAFADAN BİR SES”

Başlıktaki deyimi, daha önce de yazılarımda birkaç kez irdelemiş; “kaos”, “kargaşa” anlamını taşıdığı halde, demokratik anlayış bakımından bir “doğru”yu ifade ettiğini vurgulamıştım. Bu görüşümde içten ve ısrarlıyım. Gerçekten de demokrasiden söz edilen her yerde, herkes düşüncesini özgürce ifade edebilmeli, bu bağlamda başkasının düşüncelerini hoşgörü ile karşılamalıdır.

         Ne var ki bu “doğru”, başka bir “doğru”yu götürmemelidir.

Elbette ki bir toplumun doğrudan varlığını ilgilendiren konular da tartışılacak! Elbette ki herkes düşüncesini söyleyebilecek! Söyleyebilmeli! Ancak, demokrasinin diğer “doğruları” olan “diyalog” ve “uzlaşma” da olabildiğince zorlanmalı, düşünce birliği sağlanmaya çalışılmalı, birlikte de bir şeyler söylenebilmelidir.

SIRITAN DİYALOGSUZLUK

         Geçen hafta, Cumhurbaşkanı’nın Meclis’e bilgi vermesinden sonra yapılan açıklamalar, bir kez daha kritik bir aşamaya gitmekte olan Kıbrıs sorunu konusunda “diyalogsuzluk” olduğunu,  doğal olarak uzlaşma da olmadığını ayan beyan ortaya çıkardı. Toplantıdan sonra yapılan açıklamalar, hem çelişkili olmaları, hem güvensizlikle diyalogsuzluğu göstermeleri açısından ilginçtir.

         Başbakan Sayın Ferdi Sabit Soyer, çalışma grupları ile teknik komiteler bağlamında ve sorunun bütünü konusundaki çalışmalar hakkında detaylı bilgiler verildiğini ve bu bilgilerin “oldukça yararlı” olduğunu söylerken, UBP Genel Başkanı Tahsin Ertuğruloğlu bu açıklamayı yalanlarcasına “büyük ölçüde bildiğimiz konular aktarıldı” demekte; TDP milletvekili Sayın Mustafa Akıncı “Cumhurbaşkanı’nın basında bilinen ve konuşulanları anlattığını” söyleyerek Ertuğruloğlu’nu doğrulamaktadır.

GELİNEN AŞAMA NE?

         Konunun özüne ilişkin söylenenler de büyük farklılıklar göstermektedir.

Sayın Soyer, “gelişmeler şu anda önemli bir merhaleye gelmiştir” derken; Sayın Ertuğruloğlu “var olan endişelerin teyit edilmiş olduğunu”; Sayın Akıncı, “konunun daha çok başlarda ve yeni olduğunu”, “çalışma grubu ve teknik komitelerdeki çalışmalar(ın) daha çok ham olduğunu”; Hükümet ortağı ÖRP’nin Genel Başkan Vekili, Çevre Ve Doğal Kaynaklar Sayın Mustafa Gökmen “çalışmaları sürdüren komitelerde birkaç başlıkta sıkıntı olduğunu”; Sayın Serdar Denktaş, tehlikeli bir yola doğru gidildiğini söylemiştir.

SÜRECİN DEĞERLENDİRİLMESİ

KONUSUNDA DA FARKLILIKLAR

         Parti liderleri/temsilcileri, sürecin kendisini de çok farklı biçimlerde değerlendirdiler.

         Sayın Soyer, “siyasi eşitlik, iki bölgelilik ve iki kurucu devletin ortaklığına dayalı BM parametrelerine bağlı çözüm” sürecinden söz ederken; Sayın Gökmen mülkiyet, nüfus gibi konularda sorun göründüğünü, ancak TC kökenli vatandaşlar konusunda “endişe edilecek bir durum” olmadığını söylemiştir.

         Muhalefetin süreçle ilgili değerlendirilmeleri de iktidardakilerden çok farklıdır:

         “İşittiklerinden, var olan endişelerin teyit edilmiş olduğunu” ifade eden Sayın Ertuğruloğlu, “8 Temmuz yanlışının devamından başka bir şey olmayan bir süreç içine girildiğini”, “Kıbrıs Türk tarafının hazırlıksız, dağınık ve ciddi tecrübe eksikliği taşıyan ekiplerle bu süreci götürmeye çalıştığı(nı) ve kırmızı çizgilerin de bulunmadığını”; Sayın Akıncı sağlıklı değerlendirme için erken olduğunu; Sayın Serdar Denktaş tehlikeli bir yola doğru gidildiğini ve “dinlediklerinin kendisini ürküttüğünü” söylemiştir.

         Bunlara ek olarak, Sayın Ertoğruloğlu sürdürülen sürecin “40 yıldır denenen ve başarısızlığı tecrübeyle kanıtlanmış bir prosedürün devamı olduğunu, Hristofyas’ın Papadopulos’tan farklı olmadığını vurgulayıp olayın kişilere bağlı değil çok daha büyük bir olay olduğunun yaşanarak anlaşılması ve uluslararası camianın yeni bir sayfa açma gereğini hissetmesi beklentisini dile getirirken; Sayın Serdar Denktaş, şu anda görüşmeleri götüren ekibin “bir CTP aile fotoğrafı” olduğunu, “CTP dışındaki kesimlerin hasasiyetlerinin” göz önünde bulundurulmadığını, “günün sonunda bizden olanlar ve olmayanların iç çatışmasına kadar gidebilecek bir durum” ortaya çıkabileceğini söyledi.

SONUÇ OLARAK

         Yukarıda aktardıklarım gazetelerde çıktı. Bunları bir daha yinelemenin anlamı ne diye sorabilirsiniz.

         “Şu bizim halimiz”i çok güzel yansıtıyor bu açıklamalar! Onun için, bir daha üzerinde düşünülsün istedim.

         Önümüzdeki Perşembe günü, Meclis bir daha toplanacak ve bu kez partiler görüşlerini açıklayacaklar.

         Öyle görülüyor ki bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da, ortak bir istenç aranmayacak! Hatta (öyle sanıyorum ki) böyle bir konu gündeme bile gelmeyecek! Yalnızca partiler bir kez daha görüş ve politikalarını tutanaklara geçirmiş olacak!

         Yazık!

         Böyle olmamalı!

Evet, “her kafadan bir ses” demokrasinin gereğidir, ama demokrasi yalnız bu değil ki!

         “Birlikte bir şeyler söyleyebilmek” de demokrasinin erdemlerindendir.

         İşte Güney komşumuz! Birlikte (az değil) çok şey söyleyebilmeleri, erdemsizlik mi oluyor, yoksa demokrasilerine gölge mi düşürüyor?

        

ÖNEMLİ NOT:

         Bu yazı, Meclis toplantısından hemen sonra, Hristofyas’ın sözcüsü Stefanu’nun, Hristofyas’ın diyalogta zorluklar bulunduğunu değerlendirdiği yönündeki açıklaması; Hristofyas’ın “zemin hazırlamak için uzmanlar arasında görüşbirliği bulunabilmesi amacıyla Kıbrıs sorununa ilişkin doğrudan  görüşmelerin kısa bir süre ertelenmesi talebini Talat’a ileteceği” haberi ve Hristofyas’ın, “açıkça söylemek isterim ki teknik komite ve çalışma grublarının çalışmalarında ilerleme olmadan Kıbrıs sorununun çözüm müzakerelerinin başlamasını hiçbir şekilde taahhüt etmedik” biçimindeki açıklamasının haberleşmesinden önce kaleme alındı.

         Ne dersiniz?

Acaba Meclis’te “havanda su mu dövülüyor?”  (Vatan, 13 Mayıs 2008)