Ne yalan söyleyim...  Mart’tan beri işittiğimiz, birbirimizden korktuğumuz, ölümü ensemizde hissettiğimiz ve buna yönelik kullanılan şu üç ifadeden nefret ettiğimi söyleyebilirim, kendi hesabıma.

            -MAKENİZİ TAKINIZ...

            -SOSYAL MESAFEYİ KORUYUNUZ...

            -ELLERİNİZİ SIK SIK YIKAYINIZ VE DEZENFEKTAN KULLANINIZ...

            İnsan ilişkilerinin bozulma noktasına geldiği bu günlerde sık sık kullanılan ve beynimizin kıvrımlarında yankılanan yukarıdaki ifade ne kadar zamanda çıkacak hayatımızdan, onu düşünüyor ve üzülüyorum.

            İşin sosyal ve psikolojik boyutunu irdelediğimizde, nerdeyse insanlar artık çıldırma noktasına geldi.  Hatta çiftler arasında bile büyük çatışmalar yaşandı ve hala yaşanmaktadır.

            Şayet toplumda bir yerlere gelmişseniz, şayet sosyal ve kültürel anlamda birşeyler yapmak yükümlülüğündeyseniz, mutlaka sözünü ettiğim şu üç ifade üzerinden  mükellefiyetinizi de düşünmek zorundasınız.         

            Şimdi bütün umutlar ve bütün gözler, dışarıdan gelecek aşıya çevrildi. 

            “Aşı veya aşılar ne zaman gelecek ülkemize?”

            Bir diğer deyişle...

            “Aşılar KKTC’ye gelecek, aşı programı yapılacak, öncelik sıralaması belirlenecek ve sıra size gelecek.”

            Gerçekten de aşı, hepimizin hayatını kurtaracak bir unsurdur bana göre. 

            Çoğu insan aşıyı beklerken, bazı insanlar da “Ben şu aşıyı olmayacağım. Kim bilir insan bedeninde nasıl bir etki yaratacak?” sorusunu sorup duruyor.

            O zaman bu düşünce içinde olan insanlara bir soru sormak lazım.

            “Pandeminin tavan yaptığı bu süreçte, risk alarak ve her an için virüsün kapınıza gelebileceğini düşünerek aşı olmayı mı tercih edersiniz, yoksa aşı yapmamakta direnerek, ‘Merhaba ölüm’ mü diyeceksiniz?”

            İşte işin özü buradadır.  Yani ölümle kalım arasında bir zamanı yaşıyoruz.  O nedenle bugüne kadar hayatımızın ve bütün hücrelerimizin her zerresine nüfuz eden maske, sosyal mesafe ve dezenfektan kelimecilerini işiterek sabırla gelecek hayatımızın analizini yapacağız.

            Özellikle risk grubunda olan insanlar mutlaka aşılanmalıdır.  Aksi takdirde hayata veda edecekler.

            Geçen akşam Londra’dan bir yakınımla telefonda konuşmuş ve bu süreci nasıl geçirdiklerini sormuştum.

            “Virüsle nasıl gidiyorsunuz?  Aşınızı ne zaman yapınacaksınız? İngiltere aşıya başladığına göre, herhalde size de sıra gelecek.”

            Görüşmüş olduğum yakınım, 65 üzerindedir.  Yani risk grubundadırlar.  Onun bana verdiği cevap:

            “İngiliz hükümetinin almış olduğu karara göre, 80-90 yaş ve üzerindekilerin aşıları tamamlanacak, sonra da diğer gruplar sıraya girecek.  Bekliyoruz sıramızı.”

            Bu insanlar ne yapabilirler ki...  Evlerine kapanmışlar, kaloriferlerini yakmışlar, pencerelerinin perdelerini çekerek dışarıda yağan yağmuru ve karı izlemeye başlamışlar.  Evlerinin arkaya uzanan bahçeleri, onların tek nefes aldıkları yerdir.  Bir de telefonlarla televizyonlar...

            Günlük haberleri izlemek için sürekli televizyon kanallarını tarayıp dururuz.  Haberlerde şu korunma tedbirleri, yoğun bakımdaki hastalar ve ölenler verilmeye başlayınca hem üzülürsünüz, hem de korkmaya başlarsınız.

            Mesela İstanbul’da insanların belli zamanlarla sınırlanan yaşantıları yanında, dışarıda sanki hiçbir şey olmamış gibi maskesiz, ağız ağıza dolaşmaları kabul edilecek birşey değil.  Sorumsuz insanların sorumsuz davranışları değil mi Türkiye’de virüsün çoğalmasına neden olan?

            Gerek Türkiye’de, gerekse bütün dünyada sayılamayacak kadar insan virüsten hayatlarını kaybediyor.  Morglar artık insan cesedi alamaz noktaya geldi.  Ve soruyorum...

            “Bu kadar insanı nereye gömerler?  Dağlar taşlar insan cesedi ile doldu taştı.”

            Morgcularla mezarcıların, defincilerin hayatını hiç düşündünüz mü?

            Her gün virüslü insanın cesedini gömüyorlar.  Kendilerini ne kadar koruyabiliyor bu insanlar, bilemem.  Ama gerçekten işleri hayli zor.

            Bu süreci en zor şartlarda sürdüren ve hala sürdürmekte olan doktorlar ve sağlık çalışanlarının heykelleri meydanlara dikilmelidir.  Çünkü olağanüstü bir gayret sarfederek ve kendi hayatlarını riske atarak hizmet veriyorlar.  Her halde internete sorsam, “Mart’tan bu yana kaç tane sağlık çalışanı, doktor, doçent ve profesör hayatını kaybetti” diye, herhalde o rakam hayli yüksek olacak.

            Ve temenni ediyorum...

            İnşallah ölüm bizi bulmadan bizler aşıyla buluşur ve hayatımızı kurtarırız.

            Yaşamak ne güzeldir değil mi, ölümün ötesinde...