Ortaokul yaşlarında uzun mesafe koşularında başarılı sonuçlar almaya başlayınca, dönemin İngiliz Okulu beden eğitimi öğretmeni Bay Mavroyanis’in de dikkatini çekmiştim. Dinince dinlensin, tüm yetenekli öğrencilerle ayrı ayrı ilgilenmeyi de iyi bilen hocamız bana özellikle uzun mesafeli koşularda, koşucuların tempolarını kendi yapı ve güçlerine göre ayarlamalarının çok önemli olduğunu daha başından söylemişti. Yarım mil ve bir mil koşularında hangi mesafeleri kaç dakika ve saniyede geçmeyi, benim kendi performansıma göre optimum olacak düzeyde ayarlayarak, koşunun son 50-60 metresine yeterli miktarda enerji ile finişe kalkabilecek durumda olabilmenin de, kazanmak için kaçınılmaz olduğunu da işin ta başından bana öğretmişti.
Özellikle uzun mesafe koşularında hele de maratonlarda yarışan sporcuların yaklaşık 42 kilometrelik bu parkurlarda,  sürdürebilecekleri güçlerine uygun bir tempoda başarıya ulaşabilecekleri herkesin bildiği bir gerçek.
Zamanı ve mesafesi belli koşularda bile sürdürülebilir temponun tutturulabilmesi bu kadar önemli iken, toplumların özellikle ekonomik kalkınmalarında sahip oldukları kaynaklara göre sürdürebilecekleri bir tempoyu yakalamaları çok daha da stratejiktir. Var olan kaynakların optimum seviyede kullanılması ve sürdürülebilir bir kalkınma yüzdeliğinin hesaplanması uzmanların karar verebilecekleri durumlardır.
Günümüzde herhangi bir amaç için girişilen çabaların belirlenen zaman dilimleri içerisinde sürdürülebilir olması, ekonomik kalkınmanın yanında diğer birçok alanlarda da vazgeçilmez stratejik politikaların belirlenmesini zorunlu kılar.
Kıbrıslı Türkler olarak çok zor koşullarda bile var olabilme becerisi göstermiş bunun mücadelesin verebilmiş bir toplumuz, halkız. Bu nedenle 1964-74 dönemi faklı bir gözle değerlendirilmelidir. 1974 sonrasında Kıbrısın kuzeyinde kendi başına planlama yapma ve ekonomik, sosyal hedefler belirleme fırsatı yakalayan Kıbrıslı Türkler 2004 yılına kadar, yani tam 30 yıllık süre içerisinde Kıbrıs sorununa bağımlı geçici olarak hesaplanan düzenler içerisinde yaşamını sürdürmeye çalıştı.
24 Nisan, 2004 tarihinde Kıbrıs’ta yer alan eşzamanlı referandumlardan sonra Kıbrıslı Türk Toplumu bir siyasal varlık olarak;  tek toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği üyeliği  dışında bırakılmışsa da, Türkiye’nin yanında resmen Avrupa Birliği kurumları ile de daha resmi bir statüde ilişkiler kurma fırsatı elde etti. Ancak Rum toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti’nin frenlemeleri ve oyalamaları nedeniyle, bu ilişkiler gelmesi gereken düzeye varamadı.
2004-2017 yılları arasında belki “bu defa olur” diye gömüldüğümüz Kıbrıs sorunundan başımızı kaldıracak fırsatlar bulamadığımız bir yana, Rum siyasetinin “maksimalist”liği nedeniyle neredeyse Kıbrıs sorununa hapsolduk.
Sonunda Kıbrıs sorununa hapsedilmenin dışında, güney Kıbrıs’ın “enerji planlamaları” nedeniyle denizlerde de hapsolmaya çalışılan kuzey Kıbrıslılar, bugün iki temel sorununu yaşamsal düzeyde ve sorumlulukta eğilmek ve çözmekle karşı karşıyadır.
Birincisi, dış sorun dediğimiz, güneydeki adadaşların, 55 yıldır bu adadaki asli unsur statümüze karşı sürdürdükleri saldırılara karşı, geçerli ve gerekli görülen her düzeyde önlemlerin alınması ve bunun istikrarlı bir şekilde sürdürülmesidir.
2.si ise kendi iç yapımızla ilgili olarak sürdürebilir bir reform süreci başlatarak, başta kamu sektörü olmak üzere tüm sektörlerde verimliliği artırmaktır.
Özellikle kamu sektöründe istihdam edilmiş binlerce çalışanın bilgi, beceri ve niteliklerinin çok iyi taranması ve bu insanlarımızdan optimum yararlanabilecek organizasyonlara gidilmesi uygulamaya konmalıdır.
Belli bir sıra belirleyerek ve sürdürülebilir bir reform hareketiyle bakanlıklardan başlayarak tüm devlet kurumları ve daireler yeni baştan düşünülmeli ve mevcut kamu görevlilerine öncelik verecek şekilde, etkin hizmet üretimi temel amacı doğrultusunda , yeniden personelle donatılmalıdır.
Yıllardır Kıbrıs sorununun’a endekslenmiş yaşamımız, bu soruna hapsedilmiş potansiyelimizin açığa çıkartılması zamanı çoktan gelmiştir.  Son olarak bir sağlık sorunu çözmede düşünülen yöntemler maaş çeken 70 bin insanımıza iyice anlatılarak, öncelikle onların güçlerine göre katkıları talep edilmelidir. Böylece çok kısa süre içerisinde gerekli organizasyonlara gidilerek, kamu sağlığı sistemi de sürdürülebilir sisteme kavuşturulabilir.
Bir halk olarak sahip olduğumuz maddi ve manevi tüm güçlerimizi bir araya toplayarak ve bunun de bilinciyle, bu adadaki yaşamımızı layıkıyle sürdürmenin en kestirme yolu ekonomide, sağlıkta, eğitimde ve diğer tüm temel alanlarda sürdürülebilir tempoları kendimizin hesaplayarak yaratmamızdır. Başka da çare yok zaten.