Araştırmacıları cezbeden en önemli şey, bildikleri ama bazen detaylandıramadıkları bazı verileri bulup meydana çıkarmak, kafalarındaki verilerle birşeyler elde etmek ve istediği noktaya ulaşmaktır.   Bir araştırmacı her zaman titiz bir çalışmanın ürününü kamuoyunun önüne koyar ve o titiz çalışmanın ürünü, tarihe hem ışık tutar, hem de gelecek nesillere, hatta sosyal bilim öğrencilerine araştırma malzemesi olur.

            Halen üzerinde çalışmakta olduğum “Halkın Sesi 80 Yaşında” adlı araştırma kitabıma malzeme olacak çok güzel şeyler elde ettim diyebilirim.  Bu yazımda ortaya koyacağım en önemli nokta, ta geçmişten günümüze kadar olan süreçte Rumların değişmezliği meselesidir.

            Şayet Dr. Küçük’ün anılarını okumuşsanız, bu uzun yolun nasıl katedildiğini, nelerle mücadele edildiğini, Rumların değişmez ENOSİS hayallerini ve daha nice önemli bilgilere sahip olmuşsunuzdur demektir.

            Dr. Küçük’le Özel Kalemde çalıştığım günlerde bana kaleme aldırdığı iki önemli yazısı vardır.  Bunlardan birisi, Türkiye’nin eski gazeteci ve Kıbrıs Türk Kültür Derneği dönem başkanı Hikmet Bil ve 1955 yılında Londra’da yapılan beşli Londra konferansı ile ilgiliydi.  Diğeri de Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri Federasyonu’nun oluşum hikayesini anlatan yazıydı.

            Hikmet Bil, Türkiye’nin bir gazetesinde “İnsanlar Kavun Değil ki Koklayasın” adlı bir yazı döşetmiş ve acımasızca Dr. Küçük’ü eleştirmişti.

            Mesele neydi, onu da anlatalım tarihe not düşmek adına...

            Dr. Küçük’ün kızı rahmetli Pembe Küçük (Turgud), Peker Turgud’la evlenecekti...  Düğün sarayın bahçesinde olmuştu.  Düğüne ben de eşimle davetliydim.  Anımsadığım kadarı ile henüz yollar açılmamış ama Türk-Rum ilişkilerinde bir yumuşama olmuştu.

            O yokluk günlerinde Türk tarafında düğün pastası yapacak yetenekte tatlıcı olmadığından, Dr. Küçük mecburen çok katlı düğün pastasını Rum tarafında ünlü bir pastacıya yaptırmıştı.  Bu durumu kimse eleştirmemiş, sadece Hikmet Bil eleştirmişti.  O eleştiri yazısında pek çok kabul edilmez ifadeler vardı.

            Dr. Küçük bunun altında kalır mıydı?  Kalmazdı elbette.

            O yazı üzerine tam üç gün çalışma odamıza kapanmış ve o uzun ama tarihe ışık tutan yazıyı yazmıştık.

            Dr. Küçük Hikmet Bil’e verdiği yanıtta, Kıbrıs Türkü’nün bu uzun yolu nasıl yürüdüğünü ve ne mücadeleler verdiğini anlatırken, Hikmet Bil’in de bu süreçte kendi çıkarlarını koruyan birisi olduğuna parmak basmış ve o  da Bil’i, daha katı bir şekilde eleştirmişti.  Bunlar bir yana...  Bu yazı vesile oldu ve tarihe not düşmek adına bazı veriler ortaya çıktı.

            Bu iki yazı, Kıbrıs Türkü’nün Rumlar ve İngilizlerle verdiği mücadeleyi detaylandırılmış bir şekilde verdiğindendir ki, “Kıbrıs meselesini öğrenmek isteyenler, bu iki yazıyı mutlaka okumalıdır” demişim, “Dr. Fazıl Küçük’le Geçen Günlerim” adlı kitabımda.

            Şimdi tarihe not düşmek adına Dr. Küçük’ün anılarında anlattığı Londra toplantısı ile ilgili bilgileri verelim...

            “Henüz ismini değiştirmeyen Kıbrıs Milli Türk Birliği, 17 Temmuz 1955 günü kongresini tamamlayarak, Londra’ya gidecek olan heyeti seçmişti.  Seçilen heyet, Dr. Küçük’ün başkanlığında Ahmet Midhat Berberoğlu ve avukat Ahmet Zaim’den oluşuyordu.

            Bu heyet, 22 Ağustos 1955 günü Londra’ya hareket etmiş ve beraberinde hazırladıkları binlerce broşürü, İngiliz Kabine Üyelerine, siyasi adamlara, Londra basın ve ecnebi sefaretlere dağıtmış ve yine tertip ettikleri basın toplantılarında ve bunun yanında Trafalgar Meydanı’nda mitinglerle İngiliz umumi efkârını uyandırmaya çalışmıştı.

            Diğer yandan, Londra’ya gidecek olan Anavatan heyeti de seçilmiş ve bunların başkanlığına da Hariciye Vekili Fatin Rüştü Zorlu ve yine heyet arasında Milli Müdafaa Vekili Ethem Menderes,   Hariciye Umumi Katibi Büyükelçi Muharrem Nuri Bilge, Atina Büyükelçisi Seddar İlksel,  İkinci Daire Umum Müdürü Orhan Eralp ve Mahmut Dikerman bulunuyordu.”

            Dr. Küçük anılarında Türk heyeti ile Kıbrıs Valisi Sir Robert Armitage’in de Londra’ya 24 Ağustos 1955 günü hareket ettilerini anlatır.  Ve Dr. Küçük şu açıklamayı yapar:

            “Üçlü Konferans 29 Ağustos 1955 günü Lanchester House’ta başlamıştı.  Bu konferansta Yunan Heyetini Stefanopulos, İngiltere Heyetini de Mr. Harold Mcmillan temsil ediyordu.”

            Şimdi düşünüyorum da, Dr. Küçük o konferansa neden üçlü konferans demişti?

            Sanırım bir hata vardı bu ifadesinde.  Çünkü o konferans, Grant Montana’da yıllar sonra yapılan ama onun adına 5+1 denilen konferans gibiydi.  Yani o konferans beşli konferanstı.  Lakin Dr. Küçük’ün o anlatısında bu konferansta Makarios ve heyetinden söz etmemişti.  Halbuki o Londra Konderansında Makarios’la heyeti de vardı.  Tabii ki Yunanistan Rum tezini savunduğu için, Rumlara söz sırası gelmemişti.

            Detaya girmeye gerek yok.  Yani bu kadar detay kafidir diyorum.  Sadece konuşmalara geçilince, konferansın üçüncü gününde Yunan Heyeti Başkanı Stefanopulos’un açık bir talebi ve önerisi vardı.  Bakınız Stefanopulos ne demişti o gün:

            “Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı (ENOSİS) halinde,  Yunan Hükümeti, İngiltere’ye askeri üsler bahşedecektir.”

            Bu resmen bir siyasi rüşvetti.  Yani Rumlarla Yunanlılar hayatları boyunca hep ENOSİS’le yattılar, ENOSİS’le kalktılar.  Ama bir gün o ENOSİS, Türk askerinden yedikleri tokatla tarihe karıştı.

            Yunan Heyeti Başkanı Stefaopulos’un bu sözlerine Türk Heyeti Başkanı Fatin Rüştü Zorlu şöyle bir talepte bulunmuş ve kendilerine Lozan Anlaşmasını hatırlatmıştı.

            “Kıbrıs, 1923’te gerek Türkiye, gerekse Yunanistan tarafından imzalanan Lozan Muahedesi tahtında İngiltere’ye geçmiştir.  Adanın bugün Yunanistan’a ilhakı talebi, mevcut Londra Muahedesi’nin tadilatını icap ettirmektedir.  Lozan Muahedesi tadil edildiği takdirde, Türkiye Cumhuriyeti daha geniş taleplerde bulunacaktır.  Kıbrıs adasının hakimiyetinde herhangi bir değişiklik yapılacaksa, adanın eski sahibi Türkiye’ye iade edilmesini şiddetle talep eder.”

            Gördünüz mü şu Kıbrıs meselesi neden bitmez?  Bitmez çünkü 66 yıl önceki Rum ve Yunanlılar neyse, bugünkü Rum ve Yunanlılar aynı kafadadırlar ve değişmezlerdir.

            Bazen düşünüyorum, rahmetli Fatin Rüştü Zorlu’nun talebini...  Türk heyeti adına Kıbrıs’ın yeniden eski sahibine iadesini talebi, hiç de yanlış değildir.  Belki de Türkiye bu tez üzerinde ısrarcı olsaydı, Kıbrıs bir başka şekil alacaktı.  Yani gerçek olan oydu.  Kıbrıs tamamen Türkiye’nin malıydı ve iadesi şarttı.  Lakin İngiliz yine kendi kurnazlığını düşünerek, Türklerle Rumların çatışması arasında, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşunda, ne yapıp ettiler, kendilerine bir üs aldılar.

            İşte tarih bize bunları gösterdi ve öğretti...

            Bugünkü yazımla gelecek nesiller için tarihin yapraklarına bir not düştüm.  Belki yeni nesiller bu yazımı okurlar, diyorum...