Korona virüsünün haritası yayınlandıkça ve Kıbrıs’ın o coğrafyada tertemiz görüntüsü gözlerimizin önüne serildikçe ne kadar çok sevinmiştik.  Ta Çin’den, Japonya’dan, Amerika ve Avrupa’nın çeşitli bölgelerinden gelen virüs, kırmızı bircoğrafya veriyordu bize .

                Koronavirüsü ile ilgili son haritalara baktığımızda, bizim şu minnacık ülkemizin de kırmızıya boyandığını gördük. 

                Durum o kadar mı vahimdir?

                Şu anda dünyada en çok konuşulan, en çok etki ve korku yaratan, hatta insan psikolojisini bozan konu, korona virüsü konusudur.  O bağlamda bütün insanların psikolojisinin bozulduğunu ve ölüm korkusunun tümünü sardığını görüyoruz.

                Geçirdiğimiz bunca savaşlar, bunca acılar atlatıldıktan sonra insanın korona virüsü gibi bir belaya kurban gitmesi kadar karkunç birşey olamaz.

                Korona virüsü esasında, sessiz, derinden ve acımasız bir düşmandır bana göre. 

                Bu işin şakası olmadığını insanlar anlamıştır.

                Doktorların bütün telkinleri, sanırım insanoğlunun hayatı boyunca gerçekleştiremedikleri titizliği ve temizlik heyecanlarını getirdi.

                Normal hayatımızda ellerimizi günde kaç kez yıkarız?

                Veya günlük hayatımızda farkına varmadan ellle tuttuğumuz nesnelerin insan hayatını ne denli riske soktuğunu ne kadar çok idrak ederiz?

                Doğruya doğru...

                Dünya var oldukça, pek çok belalar ve hastalıklar insanoğlunu çok ciddi şekilde etkilemiştir.  Veba, verem, adını sayamadığımız pek  çok grip türleri ve daha nice “tehlikeli düşmanlar” olmuştur. 

                Bundan yüz yıl kadar önce tıp bu kadar ilerlememişti.  İnsan hayatı da sırf kurtuluş için bir hastalık veya bela durumunda tam donanımlı hastanelere sahip değillerdi.

                İlk penicelin iğnesini hatırlayınız bakalım.  Herkes, “Tıbbın kurtarıcısı” olarak görmüştü bu ilacı.  Veya kortizon endeksli ilaçları...

                Bir tıp adamına bunları sorsak, elbette ki bize dünya kadar can kurtarıcı veya insan hayatını uzatıcı müthiş ilaçlar söyleyeceklerdir.

                Yıllar öncesinin tıbbı gerçekten bu kadar ilerlemiş değildi.  Şimdiki zaman diliminde eskisi gibi insanlar “pat” diye kalpten giderlerdi.  Ne kadar acıydı genç insanların kalp krizinden gitmesi.  Halbuki tıptaki gelişmeler, kalp nakillerini, stenleri ve ne bileyim balonla damar açmayı soktu hayatımıza.  İyi ki sokmuş.

                Herşeyi saygıyla selamlıyoruz tıp alanındaki gelişmelerde.  Ama şu korona virüsü bambaşka birşey.

                Korona virüsünden hayatlar gitmeye başlayınca bazı ileri ülkelerden açıklamalar gelmişti, bu ölüm virüsünün aşısının bulunması için.  Bazı ülkeler, “Bu aşı ancak bir yılda bulunabilir” derken, bazı ülkeler de “altı ayda bu aşıyı buluruz” demişlerdır.  Eminim... Bir çok tıbbi araştırma merkezleri, bu aşının bulunması için canla başla sabahlara kadar çalışıyorlar.  Belki öyle bir an gelecek ve o kurtarıcı aşının mucidi açıklayacak.

                “Koronavirüsünün aşısı bulunmuş ve piyasaya sürülmüştür.”

                Nerede o gün... 

                İnsan hayatı söz konusu olunca paranın hiçbir önemi olmadığı anlaşılır.  İster saraylarınız, ister hazineleriniz olsun, sizi bu dünyadan kopartacak ölüm virüsü kapıya yaklaşınca, size “Bütün sevetinizin karşılığı bu  aşıyı size satabiliriz” deseler, bütün servetinizi harcamaz mısınız hayatınızın kurtulması için?

                Şu anda içinde bulunduğumuz durum, tam bir trajedidir.  Acılarla sevinçlerin ayrıştığı noktadayız.  Ve o sessiz düşmanın gelmemesi için herşeyimizi ortaya koymak durumundayız.

                Doktorların bağışıklık sistemimizi güçlendirmek için harcadıkları emek ve efor, takdire şayandır.  Lakin onların ötesinde, insanların psikolojisini düzeltecek doktorlara da ihtiyacımız vardır herhalde.  Bu gibi durumlarda güçlü olmak ve psikolojimizi sağlam tutmamız lazım.  O bağlamda insanların bir panik halinde oradan oraya koşuştuklarını, kalabalık ortamlara girmeme uğraşlarını ve evlerine hapsoluşlarını izliyoruz. 

                Dün bir markete gitmiştim evin ihtiyaçlarını almak için.  Baktım, insanlar tıpkı savaş olacakmış gibi evlerine stok yapacakları temel gıda maddelerini harıl harıl alıyorlar.  Sanırım bir marketin bir ayda yaptığı ciroyu, şu birkaç gün içinde yapmıştır, diye düşünüyorum.

                İnsanlar haksız mı çaresizlikten bir duruma düşmekten?  Okullar kapanmış, sosyal hayat durmuş, eğlence mekanları kepenk indirmiş, kapalı yerlere mühür vurulmuş...

                Korona virüsü nedeniyle marketler adeta yağmalanırken, aklıma İngiliz döneminin örfi idare günleri geldi.  O günlerde henüz ortaokul ve lise talebesiydik.   Rumlar sokak ortasında bir Türkü veya bir İngiliz askerini vurunca hemen örfi idare ilan edilirdi.  Örfi idare sirenleri çalmaya başlayınca bütün öğrenciler kitaplarını defterlerini kaptığı gibi evin yolunu tutarlardı.  Aileler örfi idarenin kaç gün süreceğini kestiremediği için bakkallara hücum ederlerdi.  Lakin o günlerdeki insan ilişkileri ve insan değerleri bir başkaydı.  O zor günlerde insanların nasıl büyük bir dayanışma içinde bu örfi idare günlerini atlattıklarına tanık olduk.

                Velhasıl korona virüsü bizi anılarımıza götürdü.   İşte o sessiz düşmanın bize yaptıkları veya daha da yapacakları vardır herhalde.   Allah hepimizi korusun demekten başka çaremiz yoktur.  Bir de kendi tedbirlerimizi sıkıca alalım ve bu belayı uzak tutalım diyorum.