Zaman zaman bazı araştırmalar yaparken, pek çok ilginç noktalarla buluştuğum oluyor.  Özellikle ünlü araştırmacı ve bilim adamlarının kaleme aldığı önemli ama önemli olduğu kadar da yönlendirici yazıları gerçekten çok ilginç ve çok de etkileyicidir.

                Bu araştırmaların boyutu veya türü nedir?

                Araştırmalar, bir sınırsızlık çizgisinde uzanıp gider.  Katiyen ucunu bucağını bulamazsınız.  O bağlamda o araştırma ve bilgi deryasına daldınız mı, kendinizden geçersiniz.

                Elime geçirdiğim son malzeme, Türkiye’nin yetiştirdiği ünlü psikiyatri profesörü Özcan Köknel’in yaptığı açıklamalar ve hayatının, hatta meseleğinin kesitlerinden bilgiler sunan bir kitaptır.

                Kitabın ismi, “Bilgenin Aynası”dır.  Sanırım bu kitap henüz Kıbrıs’a ulaşmadı.  Ama en kısa zamanda elimizde olacak diye düşünüyorum.  Kitabın içeriğini ve profesörün yaşantısını şöyle bir irdeledim...

                Bu ünlü profesörün kullanmış olduğu bir ifade vardır ki, gerçekten beni hem etkiledi, hem de düşündürdü.  Bakınız kullandığı ifadeye...

                “Melankolik bir milletiz, acıdan besleniyoruz.”

                Ne kadar doğru bir söz...

                Özellikle Türk insanı, hem acılarla beslenir, hem de kin ve öfkelerle hayat bulur. 

                Türkiye’de ne kadar çok acılı insan var.

                Kıbrıs’ta yok mu?

                Var elbette.  Mesela kayıp ve şehit eşlerinin acılarını ve o acılarla beslenerek ayakta kalabilme gücüne tanık olmuşuzdur.

                Bir de şu sözleri ilgimi çekti bu ünlü profesörün:

                “Batılılar dahil hiçbir yerde Anadolu’daki gibi iyi bir tedavi uygulanmadı.  Daha da öncesine gidersek, ilginç yaklaşımlar olduğunu görürüz.  Milatan önceki çağlarda insana bakış, şu andaki bakışa çok yakındır.  Çünkü o zamanlarda Hipokrat, psikolojik hastalıkların bedenle bir ilişkisi olduğu görüşündeydi.”

                Şayet eski çağ insanlarının Tanrı arayışlarını da araştırırsanız, temelde insanoğlunun psikolojik tedavi veya psikolojik bozukluğa dayanan travmalarını görürsünüz.  Çok  Tanrılı çağlarda insanlar her zaman tapacakları ve sığınacakları bir güç aramışlardır.  Mesela “güç” dediğimiz şey, yine insanoğlunun kendi elleri ile yaptıkları bir boğa heykelini meydanlara dikerek ona tapmaları ve onun çok büyük bir güce sahip olduğunu düşünmeleridir.

                Gerçekte insanoğlu var olduğu sürece psikolojik sarsıntılarına çare aramışlardır.  Büyü, ateş etrafında ay doğarken çığlıklar atma, hatta kız çocuklarını kurban edişleri de psikolojik bozukluğun veya ruhsal inanışların ta kendisidir.

                İnsanlar neden bir güç arama ihtiyacı duyar?

                Bir çocuk düşünün...

                Her zaman anne babasının güç almış ve geleceğin yollarına öyle düşmüştür.  Veya anne babasını kaybeden çocuğun psikolojik bozukluğu, ya çok büyük bir başarıyı, ya da çok büyük bir yıkımı getirir.

                Hani insanoğlu en zor zamanında “Allahım bana yardım et” der ya... İşte o bilinç altında yatan bir güç arayışıdır Allah’a sığınmak.

                Çağdaş düşünce içinde şu anda yaşadığımız günlerde bile, artık psikolojik sarsıntı geçiren insanlar, bir psikologa baş vurarak dertlerini anlatmakta, ruhsal boşaltımını sağlamakta ve bu yollar psikolojisini düzeltmektedir.

                Bu profesör batı ile doğunun psikolojik durumunu analiz ederken, şu husus geldi aklıma.

                Sıcak kanlı ve yüreği sevgi dolu Anadolu kadınları evlatlarını veya eşlerini şehit verirken, onu toprağa gömene kadar nice ağıtlar yakarlar.  Çok gözyaşı dökerler.  Ama batı insanı hiç de öyle değildir.

                Bir batı insanının eşi veya oğlu ölmüşse, hemen simsiyah matem elbiselerini giyerler, kadınlar koaföre gidip yüzlerine makyaj yaparlar ve Anadolu insanı gibi ağıtlar yakmazlar.  Londra’da bulunduğum bir cenaze töreninde bizzat gözlerimle görmüştüm İngiliz insanlarının acılarını içlerine akıttıklarını ve yırtınmadan sessizce ölülerini defnettiklerini.

                Acı yaşamış İngiliz ailelerinin duygusal değil, mantıkla hareket ettiklerini düşünüyorum.  Bir diğer deyişle batı insanının psikolojik yapısını anlatmaya çalışıyorum.

                Acıdan ölsek, yırtınsak, sel gibi göz yaşları döksek, kaybettiklerimizi geri getirebilir miyiz?

                Bunun yanıtı da şudur:

                “Hayat devam ediyor...”