Son zamanlarda sürekli gündeme gelen trafik ve ülkemizdeki araç fazlalığı, bağayı hepimizi düşündürüyor.  Hatta bu düşündürme sürecinde şöyle ifadeler kullanırız zaman zaman.
“Nerdeyse araç sayısı, insan sayısından hayli fazla!”
Gerçekten de ülkemizdeki araç sayısı, insan nüfusuyla orantılı değildir.  Bunun da nedeni toplu taşımacılığın olmaması.
Ülkemizde toplu taşımacılık yok mu?
Var da...
Yeterli değil.
Hayat standartlarının yükseldiği bir ülkede elbette araç sayısı da artar.
Araç sayısı artar da, trafik kazaları da o nispette çoğalır.
Özellikle liseyi bitirip üniversiteye başlayan gençler, ailelerinden araç talep ederler.  
Bir gencin araç talep etmesi iki nedene dayanır.
Bunlardan birincisi gerçek anlamda üniversiteye gidip gelmede ve zaman kazanmada çok önemli.  Diğeri de gençleri hava atması.
Şöyle kendimi tartıyorum...
Şayet sistemli bir toplu taşımacılık olsa, mutlaka aracımı kullanmayıp, otobüse veya minibüse binerdim.  Esasında insan zaman zaman otobüste seyahat etmeyi de özlemez değil.  Hayatınız boyunca kişisel aracınızı kullandınız ama siz yolcu olamamışsınız.
Ülkemizde araç sayısındaki artış, bize “Yolların yetersiz olduğu” mesajını veriyor.
Gerçekten yollar artık bu kadar yoğun trafiğe dayanmıyor.
Büyük kentlerde büyük belediyeler veya ulaştırma birimleri, dozeri vurup tüneller açarlar, alt-üst geçitleri yaparlar ve trafiğin akışını daha bir normale çevirirler.  Koskoca İstanbul trafik karmaşasına kısmen son verdi.  Tümden sorun çözümlenmese de kısmen rahatlamış oldu İstanbul trafiği.
İşin özünde sistem yatıyor.  Siztemsiz bir ülkede yaşarsanız elbette siz de o sistemsizliğin kurbanı olursunuz.
Ülkemizde artan araç sayısını gördükçe hep aklıma çocukluğumuzun tren rayları ve o köhne vagonları, kompartmanları gelir.
1948 yılına kadar treni yetişenler hatırlayacaklar.  Bizler o anı treninin bir parçası olduk hasbelkader. 
İngiliz adaya geldiğinde ulaşımı kolaylaştırmak için kazalar arasında tren seferleri koymuştu.  Mesela Gazimağusa’nın mahkemeler bölgesinde o görkemli tren stasyonunu görebilirsiniz.  
Bir anıt bina olarak kalıyor hala o görkemli bina.  Güzelyurt girişinde de bir stasyon binası var.  Lefkoşa’nın eski Belça karşısındaki stasyon binası da kentimizin zenginliğindendir.
O bağlamda şu soru geliyor aklıma:
“İngilizler tren seferlerini neden kaldırdılar?”
Tren seferlerinin kalkmasını çoğu insan son tren kazasına bağlar.  Halbuki pek çok ülkede tren kazaları olur ama hayat da devam eder.
Şayet kazalar arası o tren seferleri bugüne kadar devam etseydi, herhalde turistik açıdan ülkemizin zenginliğini oluştururlardı.  
Artık geçmişte yaşamaya hakkımız kalmadı.  Geçmişte yaşamak demek, anılarla buluşmak demektir. 
O bağlamda ülkemizin ulaşımını nasıl rahatlatabiliriz,  sistemi nasıl kurabiliriz, hangi noktalara tünel geçitleri veya alt-üst geçitler yapabiliriz, onu düşünmek lazım.
Özellikle sabahları  Lefkoşa girişinin trafiğine bir bakınız.  Gönyeli Belediyesi kaçış yolları ile trafiği kısmen rahatlatsa da, yine de yeterli değildir. 
Bütün sürücüler bir an evvel işlerine güçlerine ulaşmak için canlarını yerler bitirirler.  Ama çareleri yoktur.  İnsanlar kanat takıp uçamazlar ya...
O nedenle yeni hükümetin trafiği rahatlatma adına yeni projeler üretmesi gerektiğini düşünüyorum.
Unutmayalım...
Bir şeye karar vermek, başarmanın yarısıdır.  O bağlamda fikir fikirden üstündür ilkesinden hareketle, yeni hükümet döneminde trafiği rahatlatmak için çareler aramalıdır.
Özetle trafik belası yani...