Maalesef koronavirüs her sektöre darbe vurduğu gibi, turizme ve dolayısı ile uçak biletlerine de darbe vurdu.  Bugüne kadar turizmde en büyük Pazar, Türkiye pazarıdır.  Hele bütün dünya pandemi ile mücadele ederken, elbette ki insanlar önce canını, sonra da zevkini ve malını düşünür.

            Ta 1963 olaylarından bugüne kadar bütün ekonomik açmazlarımız gündeme gelse, hemen Türkiye kesenin ağzını açıyor.  Para ile herşey çözümlenemez de, yine de paraya dayanan sektörler vardır.

            Uçak biletlerinin uçtuğu bu günlerde, insanların ekonomik yönden fazla sarsıntı geçirmemeleri için çareler düşünülmüş ve o çare de, “Kıbrıs seferlerinin Türkiye’nin iç hat seferi gibi işlem görmesi” olarak bulunmuş.

            Maalesef bazı çevreler uçuşlardaki uygulamayı, “Türkiye’nin bir ili gibi” yorumladı ve keskin bir sirke gibi, “Devlet havalanını vilayet havaalanı yaptırmayız” sözler sarfedildi.

            Uçuşların Türkiye iç seferi gibi işlem görmesini eleştirenler uçak biletlerini ucuzlatsınlar da görelim.  Veya gitsinler Anastasiadis’in kapısına kara çelenk bıraksınlar, “Neden bize ambargo uyguluyor ve serbest uçuş hakkımızı elimizden alıyorsunuz” sorusunu sorsunlar bakalım bütün kapılar size açılacak mı.

            Ne tuhaf  bir durum...

            Anavatan Türkiye 1963’ten beri bize hayat verirken, yıllarca Rum ambargoları altında ezilirken, uçuşlardaki ucuzlatma formülünü eleştiriyorlar da, neden hala Rumu eleştirmiyorlar, bunu anlamak mümkün değil.

            Kaç yıldan beri İstanbul’a gittiğimi anımsamıyorum.  Benim gibi nice insan anımsamıyor.  Şayet pandemi dönemi olmasaydı, belki uçan bilet fiyatlarını göze alır, şöyle bir Boğaz sefası yapardım, sırf özlem gidermek için.  Ama maalesef uçaklar tekel bir yapı içinde uçuşlarını sürdürüyorlar.  Madem uçak şirketlerindeki uygulamaya bir formül bulanamıyor, o zaman “iç hatların fiyatını uygulayın” demek de bir erdem ve yardımseverliktir, diye düşünüyorum.

            Turizmciler bu işten şikayetçi değiller. Daha doğrusu turizmciler bu konuda pek reaksiyon göstermediler. Yapılabilecek azami uygulama bu olacaksa, olacaktır.  Önemli olan turizm hareketini yaratmak ve turizmin bir ayağı olan uçuşları ucuzlatmak değil mi?

            Millet bunu farklı yorumluyor.

            “Türkiye artık Kıbrıs’ı kendine yeni bir vilayet yapmış gibi hareket ediyor” düşüncesiyle kendilerine dert yaratıyorlar.  Halbuki “size şunu yaptırmayız, bunu yaptırmayız” şekilindeki efelenmelerden Türkiye’nin kulağı terlemez.

            Bu uygulamada suçlu arayacaklarına, gitsinler Ruma, neden yarım asırdan beri Kıbrıs sorununun çözümüne katkı koymadığını sorsunlar.  Hatta “Kıbrıs Cumhuriyeti’ndan kaynaklanan Türk haklarını neden gasbettiniz ve hala gasbetmeye devam ediyorsunuz” diye de sorsunlar.

            Ben şahsen tek bir Kıbrıs Türkü’nün Kıbrıs sorununun çözümsüz kalmasaını istediğine ihtimal vermiyorum.  Elbette Kıbrıs’ta onurlu bir barış ve insan gibi yaşayacağımız bir çözümle bu sorunun çözümünü herkes ister.  Ama ne yaparsınız?  Hayat devam ediyor ve Rumların acımasız ambargoları da devam ediyor.  Rumların tek arzuladıkları şey,  Kıbrıs Türkleri ile Türkiye’yi karşı karşıya bırakmaktır.  Onlara göre Türkler arasında bir iç çatışma başlatılırsa, Kıbrıs sorunu çözüme doğru gidecek.

            Bunlar tümden hayaldir.

            Bazen düşünüyorum...  Türklerle Rumlar yıllarca ölümüne savaş verdiler, kayıplar yaşadılar da hala bu sorun bir neticeye varamadı.  Rumlar hala çözümü dışarıda arıyorlar.  AB’ye yamanan Rum toplumu, AB’ye yamalanmakla sanki kendi lehlerine bir durum ortaya çıkacak.

            Bence gerçek barış ve gerçek çözüm, her iki tarafın da birbirini tanıyarak, birbirine saygılı olarak yeni bir geleceğe yelken açmalarıdır.  Ama Rumlar hala bazı güçleri devreye sokarak, sorun yaratmaya devam ediyorlar.

            Rumlar bilmelidirler ki Kıbrıs sorunu, gerçekçilik temelinde yine Kıbrıs’ta, iki halk arasında çözümlenebilir.  Çözümlenmediği sürece, her iki halk da maddi ve manevi kayba uğrar.

            Yan yana iki egemen devlet temelinde bir çözüm, ticari açılımları da beraberinde getirecek.  Metazori birbirine muhtaç olan bu iki halkın kendi gerçekleri zaman zaman gün yüzüne çıkacak, elektrikte olduğu gibi.

            Bizde elektrik sorunu yaşanıyor ya...  Bu sorunun çözümlenmesi için Rumdan elektrik satın alıyoruz ya....  Onlar zannediyorlar ki, yarın olası bir afette aynı durum onların da başına gelmeyecek.  Halbuki geçmişteki trafo patlaması nedeniyle Rumlar, kuzeyden elektrik satın almışlardı.  Yarın da su satın alacaklar, onun da günü gelecek.

            Yani diyeceğim şudur.

            Yarım asırdan beri Rumlar macera aramaya devam ediyorlar.  Halbuki yan yan iki küçük devletçik neler yaratmazlar ki...  Hayatın normale döndüğünü ve eşitlik temelinde bir çözümün gerçekleştiğini düşünürsek, adanın turizm potansiyelinden her iki tarafın da nemalanmayacağı ne malum.  Karşılıklı ticari ve kültürel ilişkiler, yeni formüllerle mağdur olan insanların mağduriyetlerinin giderilmesi v.s. hep bunlar geçiyor aklımdan.

            Halbuki karşı tarafa baktığımda, bizlerin hala nefes tükettiğimizi görebiliyorum, Rumların acımasızlıkları ve uzlaşmazlıkları açısından.

            O halde uçakların böyle bir formülle ucuzlamasından başka çaremiz yoksa, Türkiye’ye dil uzatmaktan vaz geçelim, diyorum.  Çünkü turizm, uçaksız olamaz.  Yeter artık! Ayıp oluyor ama...