Türk-Amerikan ilişkilerinde yaşanmaya başlayan al takke-ver külah olayı bilindiği gibi sadece söz düellosu olmaktan çıkıp eylemlere dönüşen bir ivme kazanırken, bu gelişmelerin Türkiye ekonomisine doğrudan etkileri de açıkça gözlemlenebilir duruma gelmiştir.
Bugün Pazartesi günü ve borsalar açılırken, döviz kurları belirlenirken havadan nem kapmayacak ama, Türk-Amerikan ilişkilerinin gerginliğinden payını alacaktır. Yoldaki sade insanlarımızı da doğrudan ilgilendiren de bu. Gittikçe krize evrilmekte olan Papaz-Hoca olayı hepimize de kaça patlayacak acaba? Sonunda işler al papazı ver hocayı moduna girer mi onu da göreceğiz. Ancak şimdiki gelişmelere bakıldığı zaman özellikle ABD tarafının, çok yakın psikolojik baskı yöntemleri uygulamaya çalışarak ve de Türkiye iç hukukunu da hiçe sayarak attığı adımlar, gidişatın hiç de böyle olmadığını gösteriyor.
Türk-Amerikan krizi neredeyse her T.C televizyon kanalında günlerdir uzman akademisyenler ve bilirkişilerin katıldığı panellerde ele alınmakta analiz edilip değerlendirilmektedir. Bu panellerden çıkan ortak sonuçlara göre olay ABD’de gittikçe yaklaşan Senato yenileme seçimlerinde Evanjelist diye bilinen ve Trump’a destek veren geniş  kitlenin baskıları neticesinde Trump’ın yapmak zorunda kaldığı bir siyaset değişikliği ya da oyunudur.
Şu anda tutuklu bulunan Amerikalı papaz Brunson’nun da bir Evanjelist papaz olduğu üzerinde de durularak, başta casusluk, ajanlık ve siyasetin dinsel kamuflajı içerisinde yaşanan krizin olası sonuçları da değerlendirilmeye çalışılmaktadır.
ABD yönetiminden Türkiye’ye karşı, bir “Nato müttefiki” olduğuna bile bakmadan yapılan ciddi yaptırımlar uygulama tehditleri hala havada asılı duruyor. Bu tehditlere karşı Türkiye’nin de eşdeğer karşılık verme kararlılığı ve adımları da seslendiriliyor açıkça yetkili ağızlar tarafından.
Tüm bunar deyim yerindeyse aysbergin görünen yüzü. Olayın görünmeyen yüzünde ya da alt tarafında,  ABD’nin yıllardır bölgede planlayıp yürüttüğü Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında yıllardır başta Irak ve Suriye olmak üzere büyük bir alandaki ideolojik, siyasal ve askeri operasyonları yer almaktadır.
Irak’ın ve Suriye’nin bir devlet olmaktan çıkarılıp parçalanması ve ülkelerin değişik bölgelerinde ABD-İsrail ekseni çıkarlarına daha uygun hizmet edecek küçük devletlerin kurulmaya çalışılması tamamen görünür ve çıplaktır. İşte tam da bu noktada bölge ülkelerinden en güçlü sayılanları olan Türkiye ve İran’nın tüm bu ideolojik ve siyasi tasarımların dayattığı silahlı faaliyetler karşısında hareketsiz kalmaları, suspus olmaları beklenemez ve beklenmemelidir de.
Nitekim hem de PKK bağlantılı Suriye ve Irak kökenli Kürt örgütlerine binlerce kamyon Amerikan silah sevkiyatı karşısında T.C silahlı kuvvetleri Suriye’de iki büyük operasyon yapmak zorunda kalmıştır. Bu operasyonların Suriye’de konuşlu Rus askeri otoritelerinin de yakın anlayışıyla yapılmış olması öyle anlaşılıyor ki Nato müttefiki ABD’ni derinden etkilemiştir.
Kısaca bundan sonra söylenebilecek en kısa ama en açıklayıcı söz, “kral çıplaktır” olabilir ancak. 15 Temmuz, 2016 darbesini planlayan ve uygulayanların hala koruyuculuğunu yapmak hangi demokrasi kurallarına uyar? Bir ülkenin yargısına intikal etmiş bir dava sonuçlanmadan, sanık mahkeme kararı olmadan siyaseten nasıl masum ilan edilip salıverilmesi istenebilir?
Tüm bunlar yanında, kendi Nato müttefikine satmaktan imtina etmiş olduğu patriot hava savunma sistemi yerine, S-400 diye bilinen hava savunma sisteminin satın alınacak olması neden bu kadar rahatsız edici? Yıllardır üzerine düşen, üretiminde ortak olduğu uçakların maddi ve diğer teknik yükümlülükleri yerine getiren Nato müttefiki Türkiye’ye karşı, F-35’lerin de verilmemek istenmesinin arkasındaki gerçek niyetler nelerdir acaba?
Bunlarla da kalınmıyor! Türkiye’nin uluslararası kredi kuruluşlarından sağlayabieceği finansal borçlanmaların da önüne geçilmek iseniyor.
O zaman ortada çok büyük bir yol ayırımı var gibi görünüyor. ABD “ya benim istediğim koşullarda, bölgede benim istediğim kadar var olursun, benim onayladığım rolleri oynar, belirleyeceğim kaderi kabul edersin, yada ” mı diyor?
Aslında dünya çapında ve de özellikle medya ortamında, binbir taktikle ortaya koyan bu oyunlar oynanırken, ABD Başkanı Trump’ın da bizzat kendi ülkesinde, o koltukta tutunabilmek için bin bir manevra yapmak zorunda kaldığı gözlerden  kaçmıyor?
Türkiye’nin Amerikan tehditlerine boyun eğmeyeceğini en fazla ABD’nin bilmesi lazımdır ve bilir de. O zaman Amerikan yönetiminin tehdit ve zorlamalarını sürdürmesinin amaç ve anlamı nedir?
ABD Türkiye dahil bölgemizle ilgili  tasavvurlarında nasıl bir Türkiye ve T.C-ABD ilişkilerinin olmasını istiyor? Bölgemizde, çok söylenip yazılmayabaşlandığı  gibi  ABD tarafından bir “Arap Nato’su” kurulacaksa, böyle bir Arap Natosu’na karşı bir de düşman cephe’nin inşası mı tüm bu olanlar? Herşey mümkün..
Çare, her zaman kendine güvenip dik durmak ve kırılmadan, gerekli manevraları da yapabilme becerisi gösterebilmektir. Bana yıllar önce bir İsrailli arkadaşımın  söyledikleriyle noktayı koyayım: “Gün gelecek ABD de evine dönecektir, biz dahil, herkes hesabını ona göre yapsın”.