Politika, diplomasi ve algı operasyonları üçgeninde küresel düzeyde, sanal iletişim ortamlarında oynanmakta olan oyunlar hiç de boşuna değildir ve belli stratejik hedeflerin öngördüğü taktikler içerisinde; anadan üryan, fettan, şeytani, dini ve de papaz-i, hoca-i neredeyse melek-i, hatta aklınıza gelebilecek tüm kıyafetlerde fır dönüyor. Nasıl olmasa bir “tık”ta dünya kazan biz kepçe olabiliyoruz.
ABD’deki başkanlık seçimleri sırasında belden aşağı yaptığı konuşmalar ve sataşmalarıyla da gündeme gelen Başkan Trump,  o günlerde “siz bakmayın o konuşmalara, “they are just locker room conversations” diye kendini savunmuştu. (locker room: boş sandık veya bağulların konduğu depolar). Kısaca kimselerin duymayacağından emin olunan tenha yerlerde yapılan çok özel konuşmalarmış.
Ta 1960’larda İngiliz Okulu’nda İngilizce öğrenirken en fazla dikkatimi çeken durumlardan biri de bizlerin Türkçe’de arılar için “vız vız vızıldar” derken, ingilizlerin bunu bazzing olarak ifade etmeleri bir de kuş ötüşlerini anlatırken Türkçede “cik, cik cik” diye bir aşgılama söz konusu iken, yine İngiliz algısında “tweet, tweet” olarak belirtilmesiydi. Koyu kuzu melemelerinden, köpek havlamalarına ve daha nice doğal seslerin farklı dillerdeki algılanması ve seslerle ifadelendirilmesi hala daha dikkatimi çeken bir husus.
Çoktan aşikar olmuştur ki Başkan Trump, locker room konuşmalarını internet ortamındaki “ötme” yani tweet mecralarına taşımaktan çekinmemekte habire ötmektedir , ya da tweet atmaktadır.
ABD gibi süper bir gücün diğer devletlerle olan ilişkilerinde doğal olarak yaşanmakta olan dalgalanmaları, tweet ortamlarında hem de tehditkar bir uslupla sürdürmekte olması yine tavan yaptı geçtiğimiz hafta.
ABD başkanı ve Dışişleri bakanı, internetin popüler mecralarında İran’dan sonra Türkiye’yi hedef aldılar bu kez ve neler demediler neler?
Türkiye’de kısaca devlet aleyhine çeşitli faaliyetlerinden dolayı yargılanmakta olan Pastör Bronson’un, salıverilmemesi durumunda büyük yaptırımlarla Türkiye, Trump’ım tehditleriyle karşı karşıya kaldı.
Türkiye’nin de yıllardır yapımında ortak olduğu 5. Jenerasyon hayalet jet savaş uçağı, f-35’lerin, satışının durdurulmasından tutun, halen ABD kongresindeki ilgili komiteden geçen, Türkiye’ye uluslararası fonlardan kredi sağlanmasının önlenmesine kadar.
Türkiyeden açıkça istenen, Türk hukuku ne derse desin, papaz Bronson’un serbest bırakılması, yine T.C’nin Rusya’dan alacağı S-400 yüksek hava savunma sistemlerinin alımının durdurulması.
Bir defa Türkiye ABD’nin bir Nato müttefiki hem de çok eski. Soğuk savaş günlerinden beri iki ülke birçok alanlarda işbirliği yapmış, kader birliği yapmış ülkeler. Rus’yadan alınacak füze savunma sistemleri tamamen savunmaya yönelik. Yani bu füzelerle Türkiye hiçbir ülkeye saldıramaz ama sadece kendisine saldırı olursa kullanabilir. Üstelik T.C’nin daha önce ABD’den talep ettiği benzer savunma sistemleri Türkiye’den esirgenmiş her nedense!
Türkiye’nin ABD’den dosyalar dolusu belgelerle talep ettiği Fetö terör örgütünün başı Gülen’in iadesi henüz bir türlü gerçekleşmedi ve gerçekleşeceğine dair de bir sinyal yok.
Henüz yargılanma süreci devam etmekte olan Papaz Bronson hakkında yorumda bulunmak bu aşamada doğru değildir. Ancak görünen Vaiz Gülen’le Pastör Bronson’un karşılıklı olarak ülkelerine iade edilmelerinin önümüzdeki günlerde daha ciddi gündeme gelecek olmasıdır. Zaten bununla ilgili deyim çoktan yerine oturdu bile, “ver papazı, alpapazı”.
Soğuk savaş döneminde, ABD ve Sovyetler birliği yakaladıkları casusları zaman zaman  karşılıklı olarak değiş-tokuşla birbirlerine iade ederlerdi. Bu iş için de hatırımda doğru kalmışsa, Batı ve Doğu Berlin arasındaki Wanderburg köprüsü kullanılırdı. İngiliz BBC dünya servisi radyo haberlerinde bu “özel iade anları”nı çok özel seçilmiş bir terminoloji içerisinde neredeyse resimleştirerek haberleştirir ve tüm dünyaya bangır bangır duyururdu. Bu gibi iade olaylarını her ne halse, BBC hiç de atlamamıştı.
Soğuk savaştan sonra da Amerikalılar ve Ruslar arasında  mali casusluktan tutun bir çok diğer alanlardaki casusların takası da gerekleşmiştir. Al casusunu- ver casusumu.
Bunları neden hatırlattım. ABD Gülen’e bu kadar neden asılıyor acaba? Zaten bayağı yaşlandı, yerine başka birisini nasıl olmasa yetiştirmiştir. O zaman ver Bronson’u al Güleni dese, diyebilse, güllük-gülüstanlık olmayacaksa da birçok işler düzelecektir iki “stratejik müttefik” arasında.
ABD-T.C ilişklerinde, ideoloji ağırlıklı (dinsel görünümlü yapılanmalar), silah satışları-alışları merkezli ve finansal, yani para odaklı meseleler ortasında bir düello yaşanmaktadır. ABD’nin özellikle Suriye’deki Türkiye karşıtı uzun vade hesaplı yapılanmalarında, pek de gizli olmayan rollerini de düşünürsek, iki ülke reislerinin en erken zamanda bir araya gelip bu işleri bir kazığa bağlamaları gerekecektir.
Din-silah-para üçgeniyle, Türkiye’yi 21.yüzyılda kontrol altında tutmaya çalışmak, bunu yaparken de tüm bilinen siyasal ve diplomatik temayülleri en kaba şekilde çiğneyerek hareket etmek, ABD’nin keşfetmiş olduğu yeni “bomba” olabilir mi? At patlat gitsin, gerisini hallederiz nasıl olmasa! “tweet”,”tweet”.