2020 başlarında, dünyanın değişik yerlerinde insanlık dramları yaşanıyor. Yıllardan beri süregelmekte olan Filistin, Afganistan, Suriye, Libya, Yemen, Arakan Müslümanları ve benzeri dramlara yalnızca değinmekle yetinerek, özünde yok etme olan üçünü işaret edip esas konuma geçeceğim:

  • Doğu Türkistan’da, bir halk dünyanın gözü önünde yok ediliyor.
  • Avustralya’da doğa, dünyanın gözü önünde ormanları ve hayvanlarıyla yok oluyor.  
  • ABD Başkanı Tramp, İran’ı, insanlığın kültürel mirası olan tarihsel/kültürel birikimini yok etmekle tehdit ediyor.

Avustralya dramı, doğanın eseri! İnsanlığın ona ihanetinin bir sonucu olabilir ama sonuçta doğanın eseri ama diğer ikisi öyle değil! Uluslararası hukuk denen “ne idüğü belirsiz” maskaralığın; uluslararası ilişkilerdeki orman kanununun, Teksas düzeninin göstergesidir.    

İNSANLIK TARİHİ, ORMAN KANUNU İLE BAŞLADI

İnsanlık tarihi orman yasasıyla başlar. Güçlü, güçsüzü yok eder ya da etkisizleştirir, düzen öylece sürüp giderdi. İnsanlar sosyalleştikçe, bazı normlara, kurallara gereksinim duyuldu ve adetler, gelenekler, ilk kurallar oluştu. Uzun süren insanlık tarihinde hukuk denen kavram, öyle ortaya çıktı. Norm ve kurallar giderek yazılı tüzüklere, yasalara dönüştü. Anayasal düzenlere (anayasalı devlet yönetimlerine), hukukun üstünlüğüne, hukuk devletine, çoğulcu demokrasiye, temel hak ve özgürlüklere, bireysel olarak eşitliğe, bu uzun ve zor süreç sonunda ulaşıldı.

Gerçi bütün toplumlar/devletler için bunu söylemek çok da doğru ve gerçek değil! Hâlâ daha anayasal düzene, hukukun üstünlüğüne, hukuk devletine az ya da çok uzak toplumlar / devletler, faşizm ve diktatörlükler, Suudi Arabistan gibi “hilkat garibesi” örneği  devletler var. Görünüşte öyle olan ama özde bundan uzakta olanlar da cabası!   

ORMAN YASASI

ULUSLARARASI TOPLUM İÇİN HEP VARDI

Orman Yasası, uluslararası toplum için de söz konusuydu. Hatta daha katmerli olarak! Gücü olan güçsüzü, tek başına kendi iradesi doğrultusunda hep sömürdü, soyup soğana çevirdi, etkisizleştirdi,  yok etti, tarihten sildi. Toplumların kendi içlerindeki norm ve kurallara geçiş sürecini uluslararası toplum da yaşadı ve “uluslararası hukuk” denen kavram öyle çıktı. Buna karşın, uluslararası hukuk denen şey, hiçbir biçimde toplumların iç hukukundaki ivmeyi kazanmadı. İnsanlık, bireysel ve toplumsal ilişkilerde dev adımlar attı ama uluslararası ilişkilerde, masallardaki “arpa boyu” kadar bile yol alınamadı. “Orman Yasası” geçerliliğini korudu. Anayasal düzen hiç olmadı.

Evet, hukukun üstünlüğü kırık dökük konularda geçerli “gibi” oldu; uluslararası toplum bağlamında bazı kurallar/normlar yaratıldı ama bunlar “çıkar ve güç”le biçimlenip ete kemiğe bürünebiliyor ve doğal olarak güç, her zaman çıkarın önünde gidiyor. Başka bir deyişle, hangi devletin çıkarının öne çıktığı konusu, gücüyle doğru orantılı olarak işlevselleşebiliyor.  

Eşitlik uluslararası ilişkilerde yalnızca protokol bağlamında, o da görünüşte olup eşitlik değil, eşitsizlik vardır.  Üstüne üstlük eşitsizliğe “meşruiyet” de kazandırıldı. BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi olması ve bunların veto hakkı, eşitsizliğin ete kemiğe bürünmüş biçimidir. Bu ülkeler ne yaparlarsa yapsınlar, hep yanlarına kalır. Üstüne üstlük beş BMGK daimi üyesinin bir tür koruma altına aldıkları ülkelerin de ayrıcalık ve dokunulmazlıkları vardır. İsrail’in, Ermenistan’ın, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin meselâ!

Beni izleyenler, bu durumu “uluslararası dayılık” olarak nitelendirdiğimi bilirler.

Ne yazık ki dünya düzeni, giderek Orman Yasası’nın geçerliği anlamında daha da ormanlaşıyor.  Soğuk Savaş’ın yarattığı denge, caydırıcılık unsuru taşıdığından, Orman Yasası uygulamaları için çok düşünmek gerekirdi. Şimdi öyle değil! Örnek olarak artık, ABD Başkanı Trump’ın sabah kalktığındaki ruh hali belirleyici olabiliyor.

Filistin’de, Suriye’de, Yemen’de, Yemen’de ve benzerlerinde olup biten budur. Şaşırtıcı olan, küçük ve cılız istisnalar dışında, siyasal liderler,  devletler, (hatta BM Genel Sekreteri bile) BM Güvenlik Konseyi’ne karşın, dayılık/kabadayılık gösterisine çıkan “dünya delilerinin” uluslararası hukuku çiğnediğini söylemez. Tersine yapılan dayılığa alkış yarışı var. Hem de çoğu kez yapılan idealize edilir.

Kıbrıs Türk Halkı da, bu orman yasalı dünya düzeninden bol bol nasibini aldı. Ortağı, dünyanın gözü önünde defalarca varlığına kast etti.  Hem BM’de tescilli kapı kadar uluslararası hukuk normları, bu bağlamda Zürih – Londra anlaşmaları, ortak Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası, Garanti ve İttifak anlaşmaları yürürlükte iken! Hiç kuşkum yok ki  bu adada toplumsal/siyasal bir varlık olarak Kıbrıs Türkleri varsa, bunun sadece iki nedeni/etkeni vardır: (1) Kıbrıs Türk Halkı’nın 1963 – 1974 arasında direnebilmesi ve (2) Türkiye Cumhuriyeti’nin, anlaşmalardan doğan garantörlük ve garantörlüğün verdiği müdahale hakkını kullanabilmesi!

Kıbrıs Türkleri’nin direnişi, varlığını sürdürmesi için yeterli değildi. Türk müdahalesi olmasaydı, adım kadar eminim ki Kıbrıs Türk Halkı uluslararası Teksas düzenine kurban edilecek; bugün bu adada toplumsal/siyasal bir varlık olarak Kıbrıs Türk Halkı olmayacaktı.

SONUÇ OLARAK

            Uluslararası ilişkilerdeki orman kanununu ya da “nam-ı diğerle” Teksas düzenini kanıksadık. Artık bize doğal geliyor ama Hitler bile, oradaki kültürel mirasa zarar vermemek için Paris ve Prag’ı bombalamazken, ABD Başkanı Trump’ın, açıkça, dünyanın gözü önünde, İran’ı, kültürel mirasını yok etmekle tehdit etmesine ne demeli?

Türkçe’deki “delidir, ne yapsa delidir” özdeyişindeki gibi mi bakacağız Trump’a? Gülümseyip geçecek miyiz?

İnsanlık ve savaş suçu nitelikli bu tehdidi, bir delinin saçmalaması olarak mı geçiştireceğiz?

İsterseniz bu konuya biraz kafa yorun ve vicdanınızı yoklayın!