Nimet belli, üzüm.

Bağ belli,

E, Bağcı da belli!

Hepimizin hastaneye ihtiyacı var mı?

Var.

Trafik güvenliği sağlanmış, sağlam yollara ihtiyacımız var mı?

Var. Turizm’in gelişebilmesi için...

Peki. Sanayicimizin, ticaretçimizin, ziraatçımızın, küçük esnaf ve zanaatkârımızın;

Devletin şefkatli kollarına ihtiyacı var mı? Hem de çok var.

Ve Devlet otoritesine her zaman, her dönem ihtiyaç var.

Son üzüm belli: 800 Milyon Türk Lirası!

Nice sekiz yüz milyonlar… Milyarlar gördü bu devletin kasası.

Dış Yardımların daniskasını aldı bu müstesna Kamu Ekonomisi ve Maliyesi!

Neden verildi?

“Kıbrıs Türkü kendi ayakları üzerinde dursun” diye!

Durabildi mi?

Hayır.

Erekte kalabilmemiz için kabul ettiğimiz dış yardımlar işe mi yaramıyor?

Kıbrıslı Türklerin ayakları kötürüm mü oldu?

Yıllardır, yardımlar, paketler, teşvikler…

Bu kadar ekonomik reçeteler,

Sevgi ve ilgi…

Niye kalkamıyoruz, ayaklanamıyoruz, koşamıyoruz...

Lüksemburg ile yarışmamız gerekirken;

Niye “Hint fakiri” gibi avuç açıyoruz?

Sürekli açık veriyoruz. İki yakamız denkleşmiyor.

Nedir, ne! Şahlanmamıza engel olan ne?

Gündelikçiliğimiz mi? Kişisel hesaplarımız mı? Programsızlığımız mı?

Kendi imzalarımızı inkâr mı? Yorgan mı küçük? Ayakta duramayan bacaklarımız mı uzun! Her neyse…

Dış yardımların neredeyse tamamı ile “kamu borcunu” kapatmayı hesaplayan belki de yegâne devletiz.

Zaten uluslararası finans kaynaklarına erişim sıkıntısı yaşıyoruz.

Temin edebildiğimiz ekonomik kaynaklar ile de maaş ve maaş nitelikli giderleri ödeyip duruyoruz.

Yerimizde sayıyoruz. Olacak iş değil!

Senelerdir, aynı meseleler, aynı tartışmalar…

Törenlerde: “Halkın refahı için…”

İktisadi Matematikte: Üretime dayalı herhangi bir refah bulunamıyor.

Törenlerde: “Kıbrıs Türk Halkı balık tutacak…”

Coğrafyada: Denizin suyu çekildi.

Sn. Erdoğan ve Hükümetleri döneminde, ikili ilişkiler sulandırılmayacak umudu yeşerdi hepimizde. İki devlet esasına uygun ilişkiler tam rayına oturdu, tam düzeldi, düzelecek derken!

Yine üzüm masada!

Yahu ne yaptık ki üzüm sokuşturuyorsunuz ağzımıza!

Hiç.

Reformlar yok!

Tasarruf kültürü yok!

Tam normalleşiyoruz…

Dış yardımlarla memleketin kalkınması, mahalli gelirlerle ise, cari giderleri karşılamayı hayat geçirmeyi düşünüyoruz derken:

Cumhurbaşkanlığı seçimlerine müdahale “ihtiyacı” her şeyi berbat ediyor!

Eskiye, başa döndük mü?

Döndük. Seksenli – doksanlı yıllarda:

“Ana – yavru”, “Et – tırnak”… Edebiyatı ile üzümler, şey! Milyonlar kasada.

“Kendi ayakları üzerinde dursun…” projesi ile hiç de bağdaşmıyor bu yaşananlar.

Sürekli kıçımızın üstündeyiz…

Altı yüz beklerken,

Sekiz yüz bulmalar…

Hani nerede “reform destek paketi ” felsefesi?

Hak ediş var mı, hak ediş?

Yok.

Bütün mesele tüm bu çarpıklıkları düzeltmeye niyetimiz var mı?

Kamu Ekonomisinin gerekleri ile devleti ciddi ciddi yönetme çabamız olacak mı?

Planlı, Alan Politikalarımızı geliştirmeyi, uygulamayı, denetlemeyi hedef alacak mıyız?

Yoksa Üzümü ye, bağını sorma mı?

Dünya şartları değişebilir -ki değişiyor da!

İlişki kurduğumuz devlet(ler)in ekonomik ve politik koşulları farklılaşabilir.

Kıbrıslı Türkler:

Koşullar her ne olursa olsun: Demokrasiden, hukukun üstünlüğünden, laiklikten asla taviz vermemeliydi.

Hükümetlerde hangi partiler olursa olsun. Başbakan ve kabinesinde her kim yer alıyorsa alsın; bu devletin, tam egemen! Var olabilmesi için hepimiz ödün verebilecek miyiz?

Veremeyecek miyiz? İşte bütün mesele bu!

Aslında, bütün mesele; kendi alın terimiz ile bağımızın-bahçemizin üzümünü yiyip, başka bağcılarla, ürünün kalitesini, bahçenin verimini artırmak için ilişki kurabilmekte.

 

 

Reşat Kansoy

 25 Aralık 2020 Vatan Gazetesi