Vakıflar İdaresi’nin Kıbrıs Gazetesi’nde evvelki gün, iki tam sayfa bir açıklaması vardı.  Bu önemli açıklama,  Abdullah Paşa Vakfı’nın  mallarının, 1907 yıllarında İngilizler tarafından gasp edilmesine dairdir.  Bir diğer deyişle, bu da İngiliz’in yediği haltlardan biridir, amiyane bir ifade ile.

                Kaç yıldan beri ortada dönüp dolaşan ve bir türlü hakkını ve hukukunu elde edemeyen Vakıflar İdaresi, artık bayrağı açmış ve Maraş’la Karpaz bölgesindeki vakıf malları hakkında yapmış olduğu açıklama ile,  hayli ilginç ve uyandırıcı bir kamuoyu yaratmıştır.

                “Uyandırıcıdır” diyorum, çünkü Vakıflar İdaresi’ne ait Türk mallarının nasıl yıllarca İngilizler tarafından gasp edildiğini bütün çehresi ile anlatıyor o açıklama.

                Bakınız Vakıflar İdaresi’nin açıklamalarından bir kesitte neler yazıyor...

                “1907 yılında, vakıf mallarının hukuki oyunlarla gasp etmek için başlatılan süreç, ilerleyen tarihlerde Evkaf Yöneticilerinin konuyu incelemeden kabullenmesiyle devam etmiştir.  O dönemde yapılması gereken yanlışları düzeltme çalışmaları yapılmamıştır.  Ancak, Abdullah Paşa Vakfı’nın ve hiçbir vakfın kapatılmayacağı, mallarının şahıslara devredilemeyeceği açıktır.  Gazi Mağusa Kaza Mahkemesi’nin 27.12.2005 tarih ve 271/2000 sayılı ‘Kapalı Maraş Bölgesi’ndeki 1472 adet koçanda belirtilen gayrimenkul malların Abdullah Paşa Vakfı’na ait olduğuna dair’ kararı da, Abdullah Paşa Vakfı’nın devam ettiğini açıkça göstermektedir.”

                Bu açıklamaya bir de şu eklemeyi yapıyor Vakıflar İdaresi.

                “Bu konudaki hukuk mücadelemiz devam etmektedir.  Konu ile ilgili halkımızı bilgilendirmeye devam edeceğimizi saygı ile duyururuz.”

                Vakıflar İdaresi’ni yürekten kutlarım, bu çalışmaları belgeleri ile yaptıkları ve dünya kamuoyunun gözüne soktuğu için.

                Bu mücadele bana gerek Ulusal Lider Dr. Küçük’ü, gerekse dava adamı Denktaş’ı hatırlattı.

                Haıtırlayacaksınız...  Vakıfların Türk Cemaatine devri için ne büyük mücadele vermişti Dr. Küçük.  Hemen hemen her gün eline kalemi alır, güzel bir kamuoyu oluşturur ve İngiliz’i hizaya getirerek, söke söke Türk hakkı olan Vakıfların Türk cemaatine devrini sağlamıştır.

                Şayet şimdi hayatta olsaydı, herhalde çok büyük bir kampanya ve savaş başlatırdı kendi gazetesi Halkın Sesi’nde.

                Maraş konusunda Denktaş’ın da verdiği mücadele yavaş yavaş filizlendikten sonra şimdi koca bir ağaç olmaya başladı.

                Abdullah Paşa Vakfı’na ait malların İngilizler tarafından kiliseye ve şahıslara dağıtılmasını, tarih olarak 1907 olarak veriyor Vakıflar İdaresi.  Ve açıklamasında şu ifadeyi de kullanıyor:

                “1907 yılında vakıf mallarını, hukuki oyunlarla gasp etmek için başlatılan süreç,   ilerleyen tarihlerde Evkaf yöneticilerinin konuyu incelemek kabullenmesiyle devam etmiştir.”

                Bu çok önemli ve iddialı bir açıklamadır.  Bu açıklama bana şu hususu haıtırlattı.

                Malum o dönemlerde bazı İngiliz yardakçılarını, İngilize uşaklık edenleri ve kendilerini adeta imparator ilan eden alçakları hatırlattı.

                Denktaş hatırlarında bazı kişilerden söz eder, İngiltere’ye burslu olarak hukuk tahsiline gidiş şeklini.  İşte o anlamda bu konuyla da ilişkisi olduğunu düşünüyorum o dönemin İngiliz yardakçılarının parmağı olduğunu.

                O dönemlerde başlar İngiliz’in baskı rejimi.  Ve dolayısı ile kendilerine uşaklık eden kişiler mrifetiyle ve baskı yöntemiyle o dönemdeki Evkaf yöneticilerine bu işi yaptırmışlardır diye düşünüyorum.

                O zaman görevde olan Evkaf yöneticileri deli miydiler?  Bu kadar mı gözleri kördü, Vakıf mallarının resmen gasp edilmesine göz yumsunlar.  Ben şahsen bu işin altında bazı İngiliz uşaklarının çok ciddi şekilde parmağı olduğunu düşünüyorum.

                Bu tür insanlar her zaman toplum dışında kalmışlar ve kendilerini “Noble Family” olarak göstermişlerdir.  Yani asil aile.

                Ne kadar acıdır ki bu tür insanlar topluma çok büyük zararlar vermişler, çok ağır yaralar açmışlardır.

                Tabii ki 1907 yıllarında insanların kültür ve okuma seviyeleri hayli düşüktü.  Pek çok insan okuma yazma bilmezdi.  Herşeyi kahvehanelerde duydukları ile, misafirliklerdeki orta konuşmaları ile biliyorlardı.  Ondan öteye gidemiyorlardı.

                Toplumda bir akıllı adam bunun farkına varsaydı, neler neler olmazdı ki toplumda.

                İşte o nedenle meydanı boş bulan İngiliz, Kıbrıs Türküne böyle ihanetlerde bulunmuştur.

                Ve şimdi teker teker o belgeler arşivlerden çıkartılıp İngiiz’in ve yargının önüne konuyor.

                Bu önemli konunun gündemden düşmemesi gerektiğini savunanlardan olduğumu ifade etmem lazım, naçizane bir ifade ile.

                Hani derler ya...  “Söke söke bu hak alınmalıdır” diye.

                İşte vakıflar da bu hakkını söke söke alacak ve hakkın nasıl alındığını dünyaya gösterilecek.  Artık belgeler konuşuyor...