Bu sayfada zaman zaman, Kıbrıs Türk Halkı’nda vefa duygusunun erozyona uğradığını yazarım. 2 Temmuz 2019 akşamı İskele’de gerçekleştirilen anlamlı bir etkinlik, toplumumuzda vefa duygusunu yitirmeyenlerin de var olduğunu gösteren bir örnek oldu.

Larnakalılar Derneği, geçmiş yıllarda başlattığı bir uygulamayı,  bu yıl da sürdürdü ve bazı Larnakalılar’a anı plaketi verdi.

Anı plaketi verilen ilk kategoride, 1958’de ortak belediyeden ayrı olarak kurulan, Güney’deki Larnaka Türk Belediyesi başkanlarıyla bu belediye tüzelkişiliğinin geçtiği/devam ettiği, KKTC’nin İskele İlçesi merkezi İskele’nin eski belediye başkanları vardı. . 

Bu bağlamda Güney’de Larnaka Türk Belediyesi başkanlığı yapan Mehmet Nazım (1958- 1959), Dt. Sadi Hilmi (1959 – 1969) ve Faik Genç (1969- 1974) ile KKTC’de İskele Belediye Başkanlığı yapan Haluk Garan (1975- 1986), Dt. Temel Zeki (1986-1994) ve Halil Orun’a (1994-2014) anı plaketi verildi. Plaketi kendisi alan tek kişi Halil Orun’du. Diğerleri çoktan hayata veda etmişlerdi. Onların plaketlerini yakınları aldı.

Tümü de yakından tanıdığım kişiler! Halil Orun’a uzun ömürler dilerim. Diğerlerinin ruhu şad olsun! 

Anı plaketi verilen ikinci kategoride, Güney’deki Larnaka ilçesinin altı köyünün muhtarı vardı. Bu altı muhtar, Alaniçi/Klavya muhtarı Rüstem İbrahim; Aytotro/Boğaziçi muhtarı (babam) Hüseyin Bozkurt; Yıldırım/ Celya muhtarı Hasan Öncün; Mormenekşe muhtarı Emir Hilmi Öztemiz; Anglisia muhtarı Yusuf Ziya İlerici ve Cevizli/Civisil muhtarı Osman Civisilli idi. Bu altı kişinin tümü de hayata çoktan veda etmişlerdi. Tümünün ruhu şad olsun.

Plaketleri, yakınları aldı. Ben de babam Hüseyin Bozkurt’un plaketini aldım.

Larnakalılar Derneği yetkilileri, gelecek yıllar uygulamanın süreceğini, yani başka muhtarlara da plaket verileceğini özellikle açıkladılar. Onları, bu anlamlı çalışmaları için kutlarım ve de teşekkür ederim. 

BENİM İÇİN DUYGUSAL BİR OLAYDI

            Uzun yıllar köyünün muhtarlığını ve en zor dönemlerde mücahit komutanlığını yapan babam Hüseyin Bozkurt’u, elli yıl önce, 19 Temmuz 1969’da yitirmiştik.  Elli yıl sonra hatırlanıp ona vefa borcunun ödenmesi anlamı taşıyan plaketi alırken çok duygulandım.

            Rahmetli babamın, o dönemin çoğu Kıbrıslı Türkü gibi, hayatı bir romandır. Bu bakımdan yazımın geri kalan kısmında öyküsünü anlatıp kayda geçirmek istiyorum.  

1911 yılında, Boğaziçi/Aytotro’da, beş kardeşin en küçüğü olarak doğdu. Köydeki ilkokuldan sonra, sonradan Geçitkale adı verilen komşu köy Köfünye’deki rüştiyeyi (ortaokul) bitirdi. Rüştiye’yi okumak için Köfünye’ye, yaklaşık 3 km’lik yolu yaya gidip geldi.

Eğitimini hem ilkokulda, hem rüştiyede Arap alfabesi ile yaptığı halde, Atatürk Türkiyesi izlenerek Kıbrıs’ta da Latin alfabesine geçilince, kendi kendine bu alfabeyi öğrenip kullanmaya başladı.

Sert bir Osmanlı erkeği idi. Evde bize sevgisini göstermezdi. Çocuklarına sevgisini göstermenin güçsüzlük sayıldığı bir geleneğin temsilcisi idi. Oysa ev dışında, sevilip sayılan, güler yüzlü, sevecen, herkesle iyi geçinen, mert, doğru, dürüst, yürekli, sözünün eri bir kişilikteydi.. Dürüstlükte, saygınlıkta, güvenilirlikte üstüne yoktu. Yürekli ve korkusuz biri idi. Yalnız köyde değil, çevrede de sevilen, sayılan ve çekinilen bir kişiliği vardı. Sorunu olup ona başvuran ve sonuç alamayan kimse yoktu. Eli açıklığı da ünlüydü.

Köyümde epeyce hareketli bir sosyal/kültürel yaşam vardı. Sürekli müsamereler yapılıyor, oyunlar sahneleniyordu. Babamın efe kıyafeti içinde bir grupla birlikte Sarı Zeybek oynadığını iyice anımsıyorum. O görüntüler belleğimde çakılıp kalmış. Bazı oyunlarda rol aldığından söz ettiğini de anımsıyorum. Diğer yandan şimdilerde Yeniboğaziçi Doğanspor adını taşıyan köyün spor kulübünde futbol oynadı; yöneticilik yaptı. Bir tarlasını saha yapılması için Vakıflar’a devretti. Bir ara (1936 ya da 1937’de olmalı) Kıbrıs’tan göç etmeye karar verdi. Pasaport ve Amerikan vizesi aldı. Gitmek için son aşamaya geldi ama gidemedi.

Babamın, dillere destan yaman bir sevda öyküsü de oldu. Köyden bir kız sevdi, kız da onu ama bu sevda evliliğe dönüşmedi. Bu arada annem Filistinli Araba verilmesine ramak kalmıştı. Babam Amerika’ya gidemeyince aileleri ikisinin alınyazısını birleştirip onları evlendirmişler.

Babamın girişken bir kişiliği vardı. Sürekli yeni bir şeyler yapmaya çalışırdı. Rüştiyeyi bitirdikten sonra, hayata çiftçilik yapan babasına yardım ederek başladı. Evlendikten sonra da çiftçiliği sürdürdü. Babası ona bir miktar toprak vermişti. Buna anneme ailesinin verdiği bir miktar toprak da eklendi. İki taraftan gelen zeytin ve harnıp ağaçları da vardı. Sonradan bir miktar üzüm bağı da ekti. Geçim derdinden olacak, arabacılık da yapıyordu. İki katırı, hem çiftçiliğinde ona yardımcı idi, hem arabaya koşulurdu. Katır arabası ile Lârnaka ve Terazi/Zyii köyüne, mevsimine göre odun, kömür, harnıp taşımacılığı yapar, her yolculuğu birkaç gün sürerdi.

Bir ara meyhanecilik yaptı. Sonradan, ben daha ilkokuldayken otobüsçülüğe başladı. Köyden Lârnaka’ya ve Lefkoşa’ya yolcu ve yük taşımacılığı yaptı. Otobüsçülükte Rum rakipleri vardı, ancak babam dürüstlüğü ve doğruluğu nedeniyle Rumlar tarafından da yeğlenir oldu. Bir dönem, otobüsçülük yanında meyve sebze satıcılığı da yaptı.

Harnıp ürünü Kıbrıs genelinde, biri kooperatif olmak üzere birkaç büyük tüccar tarafından alınıp Terazi/Zyii’de depolanıyor, oradan dışsatımı yapılıyordu. Kooperatifin ve her tüccarın köylerde alıcıları vardı. Babam bu işi de yaptı.  

Bir süre Avustralya’da çalışan yeğenleriyle ortak bir yağ (zeytin) değirmeni kurup değirmencilik yaptı.

Köyümüzün başta gelen özelliklerinden biri kuş (pulya, cikla, diçi) avcılığı, diğeri doğal yabani ürünlerin (ağrelli/kuşkonmaz, gavcar mantarı ve benzeri) bolluğu idi. Özellikle pulyacılık, köyde önemli bir gelir kaynağı idi. Bu ürünleri köyde birkaç kişi toplar, toplu olarak satardı. Bu da babamın yaptığı işlerden biri oldu.  

Giderek otobüsçülüğü geliştirdi. İki otobüs ve bir taksi sahibi oldu. Tümü de eski araçlardı. Fırıncılığa da başlamak üzereyken, EOKA terörü dolayısıyla buna olanak bulamadı.

1 Nisan 1955’te, Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak amacı ile başlayan EOKA terörü Türklere de yönelince, Türk direniş örgütü Türk Mukavemet Teşkilatı’nın (TMT) içinde yer aldı. Çok ilginçtir, ben de TMT içinde olduğum halde onun TMT’de olduğunu çok sonra, 1964’te TMT yeryüzüne çıktıktan sonra öğrenecektim.

Babam uzun yıllar köyde muhtarlık yaptı. Sevilen bir yönetici idi. Öldüğünde muhtarlığı sürüyordu.

21 Aralık 1963’te, Rum saldırıları başladığında köyümüz Boğaziçi/Aytotro’da TMT’nin iki petekbeyinden (mücahit komutanı) biri idi. Diğer petekbeyi öğretmen Ertuğrul (Okalp), 21 Aralık 1963’ün hemen sonrasında, Geçitkale/Köfünye’de görev alınca, babam köyü tek başına yönetti. Köyün direnip boşalmamasında katkısı çoktur. Hatta köy onun sayesinde boşaltılmadı da diyebilirim.

Savaş, otobüsçülük işini bitirdi. Küçük bir bakkaliye açarak ailesinin geçimini zar zor sağladı. Yaşadığı zor koşullar sonunda siroz oldu ve 19 Temmuz 1969’da yaşamını bitirdi. Cenaze töreni çok kalabalıktı. O güne kadar, Boğaziçi/Aytotro, böyle bir cenaze töreni görmemişti. Boğaziçi/Aytotro’daki mezar taşında, benim kaleme aldığım şu ibare yazılıdır:

“BURADA BOZKURT AİLESİNİN TEMEL DİREĞİ,

BOĞAZİÇİ TÜRK DİRENİŞİNİN KAHRAMAN MÜCAHİT KOMUTANI

HÜSEYİN İSMAİL BOZKURT YATIYOR.

RUHUNA FATİHA.”

1987 yılında Güney Kıbrıs’a olaylı bir geçişim olmuştu. O geçişte mezarı başında çektiğim ve dünya basınında yer alan fotoğrafta bu söz dizisi açıkça okunmaktadır.

Sözün kısası beş kardeşin en küçüğü olan babam hep Boğaziçi/Aytotro’da yaşadı ve tüm kardeşleri 90’larına kadar yaşadıkları halde o, 58 yaşında Lefkoşa’da öldü. Mezarı da yaşadığı yerdedir. Nur içinde yatsın!