Yaşantımızın ve çağımızın yeni bir penceresi olarak askerlikte “vicdani red” olarak karşımıza çıkıyor.  Özellikle askerliğe sıcak bakmayanlar için düzenlenen “Vicdani Red” yasa tasarısı çok yakında meclis salonunda tartışılmaya başlayacak.

                Sanırım bu, bedelli askerlikten farklı birşey.  Hatta konu, değişik boyutu ile bazı gençlere “askerliğe gitmeme” kulpu takılarak, farklı bir şekle dönüşüyor.

                Bu konu ilk kez kamuoyunun gündemine geldiğinde uzun mücahitlik yıllarım geldi aklıma.  Ben ve benim gibi nice insanın aklına aynı şey gelmiştir elbette.

                “Vicdani Red” yasasına göre yapılacak askerlik, silahsız ve üniformasız olacak.  Buna ilaveten sözde askerliğini yaşacak olan kişi zamanlarını kışlada geçirecek.  Oh gel keyfim gel.  Böyle askerliği affedersiniz anam da yapar.

                Geçmişle gelecek arasındaki tezatlar, bayağı insanı düşündürüyor.  O bağlamda yapmış olduğumuz kendi vicdani sorgulamamızda, “Bu yapılan iş doğru bir iş mi?” sorusunu beraberinde getiriyor.

                Hatırlamış olduğum o uzun mücahit yıllarımın kesitlerinde neler neler yoktu ki...

                Silah elde göz düşman mevzisinde, öylesine kalırsınız sabahın köründe mevzinin deliğinde.  Veya çılgınca karşı mevziden gelen kurşunlar ve silah sesleri...

                Giydiğimiz üniformaların kokusunda bile bir asalet vardı. Kışın ayazında  nöbet çıkışımızda ranzalardaki döşeğimize uzandığımızda ayak kokusundan uyuyamazdık.  Ama onurlu bir mutluluğumuz vardı vatan görevi yaptığımız için.  Mücahitğin delik çorapları, bitmek bilmeyen öksürük ve nefesleri, dışarıda yağan acımasız yağmurun güçlü sesi ve nöbet sırası gelen mücahitin uyku sersemliği ile silahını alarak doğru cepheye gidişi...

                Temel eğitimler mi?

                Gerçekten temel eğitimler, insanın bütün iliklerine kadar nüfuz eden kaskatı ama tam bir asker gibi yapılan eğitimlerdi.

                Zaman zaman sorgulamışızdır...

                YIllarca mücahitlik yapmış birisi neden yoklama için zaman zaman hafta sonları askeri birliklere alınıyorlar?  Veya  “Tazeleme eğitimi yaptırılıyor?”

                Askerlikte önemli bir husus vardır.  Özellikle mücadele yıllarında mücahitlerin psikolojik olarak askerliğe ve savaşa hazırlanmaları...

                Bizim dönemler hep bu psikoloji içinde geçti.  Terhidlik zamanı gelenler terhis oldu ama, yine de zaman zaman yapılan teyekkuz ve yoklama durumlarında bütün eski mücahitler bölüklerine çağrılırlar ve kısa bir eğitimden geçerlerdi. Hatta geceyi ranzalarda, yeni mücahitlerin arasında geçirmenin bile eski mücahitleri motive ederdi.  Bu bir askerlik kuralıdır.  Yani yeniden o ruhu yaşayarak gelecek tehlikelere karşı kendimizi hazırlamadır.

                İsterseniz şimdi daha geniş düşünelim...

                Malum Rumlar sürekli askeri güçlerini pekiştiriyorlar. Hatta bu maksatla büçlü bir bütçe ayırıyorlar her yıl.  Bir diğer deyişle Rumların niyetleri hala bellidir.  Bir gün olası bir çatışma çıkarsa, biz ne yapacağız şu yeni askeri kadroyla?  Veya şu “Vicdan” Yasasından yararlanıp karargahta yan gelip yatacak olanlarla...

                Kışlada sivil kıyafetle oturup, silahsız, üniformasız askerlimiz mi bu halkı koruyacak?  Yoksa yıllarca bu millet için ömrünü harcayan ve büyük bir savaş vererek bu dünyadan çekip giden eski mücahitler mi çıkacak mezarlarından bu halkı korumak için.

                Bari şu “Vicdani retçilere iki top oyun kağıdı ve bir de tavla versinler sivil kıyafetleri ile karargahta otururlarken” diyesim gelir.

                Başbakanın yapmış olduğu açıklamaya göre Başsavacılıktan alınan görüş, pek de olumlu olmadığı yönünde.  Ani uygulama ve yasama arasında bir çelişki var gibime geliyor.  Acaba anayasal bir suç mu işleniyor?

                Bütün bunlar kafamın içinde bir bulut gibi dönüp duruyor.

                Vicdani redmiş, vicdani kabulmüş....

                Askerlik keskin bir bıçağa benzer. Özellikle uygulamada hiçbir toleransı olmaz ve olmamalıdır.

                Bilmem hatırlar mısınız?

                Türkiye anlaşmalardan doğan hakkını 20 Temmuz 1974 tarihinde kullanınca Yunanistan NATO’dan müdahale etmesini istemiş, ancak NATO hiç de oralı olmamıştı.   NATO’dan red cevabı alan Yunanistan, bunun üzerine NATO’dan ayrılmıştı.  Dönemin NATO Genel Sekreteri Luns’a sormuşlar.

                “Sayın Luns, bu duruma ne diyeceksiniz?”

                Luns da şöyle bir cevap vermişti.

                “NATO’dan Yunanistan’ın  çıkması önemli değil.  Önemli olan Türkiye’nin NATO’dan çıkmamasıdır.”

                Bunun nedenini de sorduklarında Luns şöyle demişti:

                “Bakınız!   Yunan askeri savaş esnasında sıkıyı görünce silahını bırakıp kaçar, ama Türk askeri, mermisi bitince süngüsüne sarılır, süngüsü de kırılınca yumruklarına sarılır.  İşte bunun için Türkiye’nin varlığı bizim için çok önemlidir NATO’da.”

                Bu da bir nazire olsun şu “Vicdani retçilere” diyorum...