‘’ Her genç insan gibi ben de yaşamak istiyordum. Ama vatan ve vazife uğruna görevini yaparak Şehitlik mertebesine erişmek, şerefli bir asker olarak yaşamaktan da öte; Türk askerinin ulaşabileceği en büyük mertebe idi…’’

           18 Temmuz 1974 gecesi tutmaya başladığım günlüklerime bu cümle ile başlamışım… Zaman ne çabuk geçmiş!

          Kıbrıs Türk’ünün, Rum’lar tarafından topluca katledilmelerini önlemek amacıyla Kıbrıs adasına gelişimizin bugüne 45 yıl geçmiş. Dile kolay! Neredeyse insan ömrü kadar bir zaman…

         ‘’ O gün, tatil sabahının güzel bir gününü yaşıyordu Türkiye’min Ovacık sahilleri! Ben ve benim gibi binlerce askerimizin ortak kaderini paylaşacağımız yeni bir gün daha doğmuştu ülkemin özgür topraklarına.

        Pekiyi ya Kıbrıs’ta! Kıbrıs’ta neler oluyordu? Neler yaşanıyordu o can pazarında? Kaç kardeşimizi Şehit vermiştik? Hangi bölgeleri kaybetmiştik?

           O günü ve gecesini asla unutamadım! Beşparmak dağlarında komandolarımızın yarattıkları efsaneleri, Pladini plajına çıkan kahramanlarımızın gerçekleştirdikleri inanılması imkânsız başarıları,  yürekleri ‘Vatan’ sevgisi ile dolu, o bir avuç Kıbrıs Türk Mücahidinin mucizevi mukavemetini.

          O gece ve sonrasında Beşparmak dağlarında yaşadıklarımı, yaşananları, savaştan sonra daha iyi anlayacaktım. O dağlarda, ovalarda, Girne’nin özgür sularında tarih sayfalarına şanlı bir zafer daha yazılmıştı.

           Bu tarihi yazanlar ise dünya tarihine her dönemde yön verenlerdi, yine Türk’lerdi. Böylesine kahraman, asil bir millete mensup olmanın ne denli gurur ve onur verici duygular yumağı olduğunu; o zaman kesitinde ‘Milletçe’ bir kez daha anlamıştık.

          Türk Milleti’nin bir ferdi olmanın gururunu duyan herkesin kalbi, Kıbrıs’taki başarımız için çarpıyor, ulusumuzun tüm dualarını bizlere gönderdiklerini biliyor, hissediyorduk.

          Kader çizgimizin yeniden yazılacağı saatler şimdi başlıyordu! Saat 06.00… 20/21 Temmuz gecesi hiç uyumamıştım. Günün ilk ışıklarıyla birlikte Mehmetçikler uyandırıldılar. Gece boyunca güzel ülkemin o kekik kokulu, Şehit’lerimizin kanları ile sulanmış mukaddes toprakları üzerinde kuştüyünden bir yatakta yatar gibi dinlenmişler; ülkemin özgür gecelerinin yıldızlı aydınlığı, onların üzerine örtü olmuştu. Şimdi Kıbrıs’a yepyeni bir ‘Vatan’ yaratmaya, aslında atalarından miras kalan o mukaddes emaneti geri almaya gidiyorlardı.

        Bildiğimiz kadarıyla adadaki inme bölgesi, Beşparmak dağları yanıyordu. Bir de temmuz sıcağının ısıttığı o cehennemde bir matara suyumuz olacaktı.

           Ama Allah yardımcımızdı, moralimiz yüksek imanımız sağlamdı. Askerlerimizin savaş boyunca hiçbir şikâyeti olmayacaktı.

          Evet gidiyorduk. Tam 747 kişiydik. Kader birliği yapmış 747 cesur yürek. Yaşamının henüz baharında olan bu insanlardan kaç tanesini kaybedecektik? Mutlu sonu kaçımız görebilecektik? Onların 212’sinin Bölük Komutanı bendim. Onları sağ, salim ‘Anavatana’, o eli öpülesi ‘Analarına’ geri döndürmek benim en önemli vazifem olacaktı.

          Toros dağlarının koyu mor renklerini ardımızda bırakmış, özgürlüğü simgeleyen uçsuz, bucaksız bulutların arasında süzüldüğümüz Akdeniz’in maviliklerine baka, baka gidiyorduk.

          İçinde bulunduğumuz helikopterler yere yanaştı. Kızaklarını koymadan kapılarını açtık ve fırlattık kendimizi toprak ananın kucağına.

          İşte gelmiştik Kıbrıs’a. Bundan sonrası yalnızca kadere bağlıydı. ’’Ölüm ne kadar yakın ise, yaşamakta o kadar uzaktı.’’ (Bk. Girne’den Doğan Güneş isimli kitabım-1997)

          O andan bugüne tam 45 yıl geçti. Geçen bu zaman kesitinin ardına baktığımda, sizlere yukarıda anlattıklarım gelir gözlerimin önüne. Ve bir de O Gazi Topraklara emanet ettiğimiz 498 Şehidimiz…    

         Onlar, onlardan önce adaya emanet ettiğimiz Şühedamızla birlikte kucak, kucağa ruh ve iman yüceliği içerinde, Şehitliklerimizde rahat uyurlar. Her birinin başucunda hala dalgalanmaya devam eden Ay Yıldızlı Şanlı Bayraklarımız var.

          Ama ne yazık ki! KKTC’nin bu gününde o acı dolu direniş yıllarını bilmeyenler, bu mücadeleyi kahramanca yürütenleri tanımayanlar, görmezden gelenler de var!

          Yukarıda tırnak içerisine aldığım o gerçekleri bu nedenle yazdım.   Bilmeyenler bilsin! Görmezden gelenler görsün! İnkâr edenler öğrensin diye!

          Ama ya bir gün gelir de, Türk Askeri Kıbrıs’tan giderse?

          Bir gün gelir de, birilerinin son dönemde çok arzu ettikleri bu dönüş gerçekleşirse!

          1878 yılında da aynı şey gerçekleşmemiş miydi?

           Ancak şurası unutulmamalıdır ki!

           Eğer Türk askeri, bir gün adadan giderse bir daha dönüşü olur mu?  Hiç bilinmez!

            İşte o zaman ne olacak diye düşünürüm?

          1571’de atalarımızın Kıbrıs’ı fethi sırasında bu vatan toprakları uğruna kendilerini feda eden 70.000 Şehidimizin vatan bellediği ama bugün Rum’un elinde kalan o aziz Şehitlerimizin yattıkları yerler ne durumdadır?

          Atalarımızdan kalan camiler, hanlar, hamamlar, otağlar, çeşmeler; nerede o güzelim eski eserler? Rum’a hiç bunu soran var mı?   Tüm bunları sormazsak dünyanın umurunda mı?

          Ada da bundan önce olduğu gibi son dönemde de yürütülen müzakerelerin hedefinde Türk askeri, Türkiye’nin garantörlük hakkı vardır.

         Çözümü içeren bütün planların esası; ‘ Mehmetçiğin’ adadan gitmesi üzerine inşa edilmiştir. Annan planı da böyleydi! Bundan sonraki çözüm sürecinde de böyle olacaktır!

            20 Temmuz 1974 de doğanlar bu gün 45 yaşında. 36 yıldır yaşayan bir devlete sahipler. Kıbrıs Türk’ünün 45 yıldır yaşadığı özgürlük, bağımsızlık, barış ve güven ortamını sağlayan gerçek nedir? Tüm bu gerçeklerin özü, teminatı Türk Silahlı Kuvvetleri adadaki varlığı, Anavatanın garantörlüğü değil midir?

        Ya Türk askeri bir gün Kıbrıs’tan giderse?

         Bilir misiniz? Annan planı döneminde de bu soru sorulmuştu! Ancak bu sorunun en acısını Şehitliklerimizde yatan o şühedanın anaları, babaları, eşleri, çocukları sormuştu!

         Şöyle demişlerdi bana:

       ‘’ Be oğul, komutanım sen bize cepheden yazdığın mektupta, evlatlarımızın kanını bu topraklar için helal edin. Çünkü onlar vatan ve vazife uğruna seve, seve hayatlarını feda ettiler. Yeminlerine sadık kaldılar. İçiniz rahat olsun. Vatan belledikleri bu topraklarda huzur içerisinde ebediyete kadar uyuyacaklar. Böyle yazmıştın mektubunda bölük kumandanı imzanla. Asker sözü vermiştin bize. Şimdi neler oluyor oralarda? ‘’

           Yanıt bulamamıştım ama! Sadece içimden gelen sese güvenmiş; ‘O Gazi topraklar’ teslim olmaz demiştim.

          Öyle de oldu.

          Ya bugün? Bugün gelinen noktadan sonrası için verilecek cevap nedir? Soruyorum buradan? Türk askeri bir gün Kıbrıs’tan giderse, Kıbrıs Türk’ünün adada ki varlığının güvencesi nedir?

          1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyetinin polis teşkilatında yaşananlar Kıbrıs Türk’üne yapılanlar unutuldu mu? Rum ne zamandan beri iyi çocuk, Barış Gücü tarihin hangi döneminde adil oldu?

       Önümüzdeki dönemde bir gün, o vatan topraklarında şöyle bir tablo ile karşılaşmayacağımızı kim garanti edebilir?

      ‘’ Türk askerinin adadan ayrılışını son kez izleyen gözü yaşlı Kıbrıs Türk’leri çaresizlik içerisinde el sallarlarken; geleceklerini ‘Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyet’ine’ emanet ederek bu milli davamızı sonlandıranların henüz onlar için hazırladıkları geleceğin, Barış Gücü askerinin, Rum’un insafına bırakılmanın ne demek olduğunun farkında olmadan! Gelecek nesillere ne söyleyeceklerinin hesabını yapmaktadırlar!

       Ağızlarından şu cümleler duyulur: ‘Güle, güle Mehmetçik…’

       Komutan; coşkun dalgalarla geldiği Gazimağosa sahillerine, ayak izlerini taşıyan Beşparmak dağlarına ufuk hattından son bir kez daha bakar! Kızgın ve mağrur bir ses tonuyla şöyle mırıldanır: ‘Elveda Kıbrıs. Ama bir gün mutlaka!’  ‘’ (Bk. Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka isimli kitabım -2003)

          Ya benim cevabını vermediğim sorunun yanıtı ne olacak?

          Hani vatan ve vazife uğruna hayatlarını seve, seve feda eden; ‘’ İsimleri mezar taşlarına kazınan o yiğit evlatlar var ya!’’

          Onların kan ve can bedelini o topraklara helal eden, sessizce ağlayan ama sesleri hiç duyulmayan eli öpülesi o yiğit anaları; sessizliğini asla bozmayan ama o soran gözleri, acılı bakışlarıyla insanın yüreğini paramparça eden çocukları, eşleri ve onurlu başları ile dimdik duran babaları var ya!  Ve tarihin derinliklerinden gelen o duyulmayan çığlıkları…

           Tüm bunların cevabını kim verecek?

           Kıbrıs Türk’ü adına o teslimiyet müzakerelerini yürütenler mi?

           Tarihi gerçekleri görmezden gelenler mi?

           Yoksa ‘’ Türk askerinin adada asla olamayacağı konusunda anlaştık ’’ diyenler mi?