Hepimizin yakından tanık olduğu, hiç bitmeyen ve üretildikçe çoğalan sanat ve yaratıcılık özelliği, Yakın Doğu Üniveresitesi’nin peşpeşe açmakta olduğu sergiler, doğruya doğru hepimizin, özellikle sanatla ve sanatı seven insanların koltuklarımız kabarmıştır.

                Zaman zaman dile getirdiğim yokluklar içindeki sanat çalışmaları beni çok uzun yıllar ötesine götürdü diyebilirim.

                Gerek Kıbrıs Cumhuriyeti döneminde, gerekse 21 Aralık 1963 sonrasındaki o yokluk yıllarımızda sanat, adeta sessiz uykudaki güzel gibi sinmiş ve ruhumuzdaki sanat açlığı giderilememişti.

                Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları nasıl var oldu?

                O çarpışmaların hemen sonrasında Cumhurbaşkan Muavinliği bahçesinde geniş bir kokteyl verilmişti.  O kokteylde Bayraktar Kenan Coygun, nam-ı diğer Kemal Coşkun, kokteylde rahmetlik tiyatro sanatçısı rahmetlik Üner Ulutuğ, Hilmi özen, rahmetlik Kemal Tunç ve yine rahmetlik Yücel Köseoğlu ile buluşunca, “Neden siz tiyatro yapmıyorsunuz?” sorusunu sormuş ve onları ertesi gün makamına çağırmıştı.  Makamında onlar dertlerini anlatınca Kenan Paşa, derhal Türk Cemaat Meclisi’ne bir öneri götürerek Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları’nın kurulmasını sağlamıştı.

                Onun amacı, tiyatro ve sanat yoluyla acılar içindeki halkın yaralarını sarmaktı.

                Hele bir düşünün bakalım...

                O dönemlerde acılara ve yokluklara alışmış, gettolarda yaşamaya mahkum edilmiş bir halk, yavaştan yavaştan kendini sanat üzerinden var etmeye başlamıştı.  Yokluklar içinde birşeyler yaratmaya çalışan ressamlar, müzisyenler ve tiyatroseverler, salon bulmak için canlarını yerlerdi. 

Mesela anımsıyorum...  Ünlü ressam ve heykeltraş Mehmet Erdel, her sergi açacağında kapı kapı gezer ve sergi açmaya müsait yer arardı.   Hakikaten sergi salonumuz yoktu. Bir tek yer vardı ki, o da Saray Otel’in o büyük salonuydu.  Esasında salonlar iki taneydi.  Ressam-heykeltraş Mehmet Erdel, genellikle küçük salonu tercih ederdi. Herhalde bir kısmımız biliyordur, Erdel’in mücadeleyi anlatan ünlü rölyef eserinin meclis şeref salonunda asılı olduğunu.   Tabii ki onun gibi nice ressamlar hep o salonu kullanmışlardır.

                1968’de ikili görüşmeler başlayıp ada genelinde Türklere seyrüsefer yapma özgürlüğü verildiğinde, işte o zaman ressam-heykeltraş Mehmet Erdel yeni bir salon arayışına girmişti.  O günlerde Yakın Doğu Üniversitesi’nin çok büyük olanaklara sahip salonları olsaydı, herhalde Erdel sergisini o salonlarda açardı.

                Nitekim Erdel, Ledra Palace Otel sırasındaki Geothe Enstitüsü’nün galeri salonunu talep etmiş ve Alman Elçiliği kendisine o olanağı sağlamıştı.

                Hatırlıyorum yine...  Erdel’in bütün tabloları ve bütün heykelleri, yabancı elçilik mensuplarınca silinip süpürülmüştü.  O sergiden bir tablo da BM Kıbrıs Temsilcisi Osorio Tafal da almıştı.

                Bunları neden anlatıyorum?

                Bunları yeni nesillerin şimdi ne kadar çok olanaklara sahip olduklarını anlatmak için yazıyorum.

                Yakın Doğu Üniversitesi, sanata olan duyarlılığını yeni nesillere bir olanak sunmak için göstermiş ve her başarısı gibi onda da başarılı olmuştur.

                Malum YDÜ’nün Sahne Sanatları Fakültesi vardır.  Bu Fakülte iki bölümden oluşuyor.Bunlardan birisi Oyunculuk Bölümü, diğeri de Dramatik Yazarlık Bölümü.

                Oyunculuk bölümünden mezun olan genç tiyatro sanatçıları şimdi Türkiye’nin çeşitli tiyatro kurumlarında rol almaktadırlar.  Hatta bunlardan birisi de Muhteşem Yüzyıl’da Hürrem’in koruyucu rolünü üstlenmişti.

                Dramatik Yazarlık Bölümü’nden mezun olan oyun yazarlarının eserleri de Azerbaycan’da oynanmıştır.  Ayrıca Ankara Devlet Tiyatroları, bu yazarların eserlerine onay vererek reperduata almıştı.

                Oralara ulaşmak, işte YDÜ’nün olanakları ile gerçekleştir.

                Yine YDÜ’nün Atatürk Kültür Salonu, birçok sanat etkinliklerine kucak açmıştır ve hala açmaktadır.

                Şimdilerde de YDÜ Hastanesi çatısı altında seri sergilerin açılmasına olanak sağlamaktadır, üniversite.  O nedenle yazımın başlığını “YDÜ’nün Sergi Kervanı” koydum.

                Zaman zaman fırsat buldukça o sergileri açılış gününde değil de, sakin ve huzurlu bir ortamda doya doya izlemek için o galerilere gider ve çok da mutlu olurum, diyebilirim.

                YDÜ, ününü ta Türki Devletlerine ve daha nice ülkeye duyurmuş ve o duyuruda hayli de etkin olmuştur. Üniversite’de eğitim görmekte olan pek çok Kırgız ve Türkmen öğrenicler vardır.

                Son açılan sergi, 40 eserden oluşmaktadır.  Serginin özelliği, Kırgızların örf ve adetlerini yansıtması, figüratif resimlerde çekik gözlü Kırgız ve Türkmelerin özellikleri kendini göstermektedir.  Ne kadar muhteşem resimler var bilir misiniz?

                Malum bu ülke insanları, yıllarca Rus rejimi altında ezilmişler ve Perestroika hareketi sonrasında özgürlüklerine kavuşmuşlardır.  Yani o yokluk yıllarında sanat, spor, yaratıcılık kendini iyice göstermiştir.  Mesela Boşov Balesi de onlardan biridir. Olimpiyatlara katılan nice Rus rejiminde yaşayan sporcular, en büyük başarılara imza atmışlardır.

                Kısacası, Yakın Doğu Ünivesitesi, bir peygamber gibi, Kıbrıs Türkü’nün sanat açlığına büyük kapılar açmaktadır.  Ve YDÜ ile her zaman övünç ve kıvanç duyduğumu da ifade edebilirim.

                Yakın Doğu Üniversitesi ve onun kurucusu Dr. Suat Günsel’le ne kadar gurur duysak azdır.  Kıbrıs Türkü’nün medar-ı iftiharı Sayın Dr. Suat Günsel...