Bütün tarih boyunca yaşanmış tarihi olaylar, savaşlar, salgın hastalıklar ve psikolojik travmalar, zaman içinde birer eser olarak ortaya çıkmıştır.

            Bazı savaşlar vardır ki, ne mermi kullanılır, ne top, ne de tüfek.  O savaşlar, yine insan hayatını yok eden savaşlardır.  Hangi savaş olursa olsun, mutlaka temelinde psikolojik travmalar vardır.  O bağlamda eli kalem tutanlar, yaşanmış hayat gerçeklerini, ya şiirle, ya romanla, ya da sahne sanatlarıyla yazıp yazın hayatına eser kazandıracaklar.

            Geçen ay, İstanbul’da ikamet eden çok yakın bir Kıbrıs’lı yazar dostum İstanbul’dan gelir gelmez beni aradı ve bana yayınlayacağı kitabın taslağını vererek hem görüşlerimi istedi, hem de redakte etmemi rica etti.

            Bana vermiş olduğu kitap taslağı, İstanbul’da yaşanan koronavirüs günlerini ve görüntülerini, dünya halini, insanların yaşadıkları psikolojik sorunlarını şiir ve küçük öykü ve taşlamalarla, mevcut düzeni hicvederek ironik bir şekilde herşeyi ortaya konmuştur. Hatta o kitabında, koronavirüslü bir de minik skeci vardı.

            Sakın şiirle koronavirüs anlatılır mı demeyin.  Çünkü usta bir kalem, koronavirüsle insan hayatının gerçeğini o kadar güzel biçimlendirebilir, hatta bazı dünyaca ünlü bilim, fizik ve edebiyat insanlarının eserlerinden de alıntı yaparak kendi eserlerini harmanlayabilir.  Önemli olan şu acı günleri trajikomik bir şekilde okurlara aktarmaktır.

            Eminim bundan sonraki süreçte, pek çok “koronalı günler” adına yönelik dünya gerçekleri, kitap halinde tüm dünya kitapçılarının raflarında yerini alacaktır.

            Olaya basit tarafından bakarsak...

            Koronavirüslü günlerde eşler arasındaki çatışmalar, başlı başına bir kitap olur. Bazı erkekler vardır, akşam yemeğinden sonra kendini iple bağlasanız evde duramaz. Ya kulübe, ya da kahvehaneye gider, kağıt, okey veya tavla oynamak için

            Evde duramayan erkeği hemen hemen her gün diliyle hırpalayan mutlaka kişi, elbette ki eşi olur.  Kadın haklı ama.  Erkek haksız mı?  O da haklı.  Sadece aralarında bir farklılık var.  Haklı ile haksızlığın ayrışımında kazanan koronavirüs olur herhalde.

            Evde hapiste olan ve virüsten ötürü en yakınları ile dahi görüşmekten kaçınan kadın tahammülle bu zor günlere katlanırken, eşi sokaktan eve girmiyor.  O çiftin konuşmalarını duyar gibi oluyorum, tiyatro repliği gibi.

            Kadın isyan ediyor:

            “Beyim, sen şöyle erkeksin, böyle cesursun diye atar tutarsın da, hele bir koronavirüs mikrobunu kap da seni göreyim, bakalım ne kadar kahraman veya cesursun.  Unutma şu virüsü kaparsan, benim de hayatım biter.”

            Adam cevap veriyor eşine:

            “Korkma be hanım.  Acı patlıcanı kırağı çalmaz.  Ben doğu cephesinde yıllarca askerlik yaptım, PKK’ya karşı kurşunlar sıktım, bana birşey olmadı.  Merak etme, mikrop bana bulaşmaz.”

            Yine kadın cevap veriyor kendisine:

            “Sen PKK, düşman cephesi filan diyorsun da, bu düşman görünmeyen düşmandır. Bu düşman sana öyle bir kurşun sıkar ki, sen bile farkına varmadan ölürsün.  Söz dinle be adam!  Çıkma dışarıya.”

            Tabii ki bu tür diyalogların bir de aile-çocuk arasında geçer.  Özellikle ergen çağa gelmiş, gençliğinin en ateşli zamanlarını yaşayan yeni yetişmeler evde durabilirler mi?  Durmazlar elbette.

            Bu kez genç ailesine bilgi veriyor, dışarıya çıkarken.

            “Anne,  baba, bu akşam arkadaşlarla şöyle bir yerlerede takılacağız.  Merak etmeyin erken dönerim.”

            O gencin “takılması” nasıl olacak?  Maskesiz diskoteklerde mi, kendi aralarında gerçekleştirdikleri kapalı veya açık havadaki toplantılarla mı takılacaklar?

            Bir de düğün hazırlığı içinde olan gelinle damat arasında olagelen konuşmalar geliyor aklıma.

            Gelin haklı olarak hayli endişelidir bu durumdan.

            “Biz aşılarımızı yaptık, PCR testlerimiz tamam da, doktorlar yine de bu virüse bulaşabileceğimizin mesajını veriyor.  Allah korusun ikimizden biri koronavirüs mikrobunu kaparsak, ne düğün kalır, ne dernek.”

            Bir başka fıkra geldi şu anda aklıma...

            Bu fıkra müstehcen olsa da yine de sizinle paylaşmak istedim.  Anımsadığım kadarı ile nüktedan bir köşe yazarının yazısında okumuştum şu doğal fıkrayı.

            Orta yaşlarda bir çift koronavirüsten bunalınca bir psikoloğa baş vururlar.

            “Doktor şu pandemi döneminde ne yapacağı?  Fena halde bunaldık.”

            Doktor onlara bir öneride bulunuyor.

            “Bol bol seks yapın bu zor günlerde.”

            Kadın tereddütlü ve tedirgin yine kafasından geçenleri söylüyor.

            “Doktor bey, biz seks filan yaparız da, sosyal mesafenin korunmasını isterim doğrusu.”

            Bu kez kocası giriyor devreye ve dudak gülümseten düşüncelerini söylüyor karısına ve doktora.

            “Tamam!  Sosyal mesafeyi koruyarak seks yapalım diyorsun be hanım ama, (affedersiniz)  benimki o kadar uzun değil ki...”

            Yani diyeceğim noktaya geldik galiba.  Koronavirüslü günler insanlara bazı şeyleri yaşatarak, hem üzüyor, hem düşündürüyor, hem de güldürüyor.  Belki bu süreçte nice koronavirüs fıkraları hayat bulacak yayın hayatında.

            Bütün bunları yaşarken yine de kazasız belasız hayatımızı kurtarmaya bakalım, ve önerilen bütün kurallara uyalım diyorum.