Yaşlılar Haftası henüz bitmişti ki, Lefkoşa’nın sembolü haline gelen seyyar manav, gözleri ama Ali Dayımız bu günyadan göçtü gitti.  Ne kadar acıdır ki Ali Dayı, Yaşlılar Haftası’nın hemen sonrasında hayata veda etti.
Gerçekte içim pek bal vermedi...  Yaşlılar Haftası geçse de, birkaç satır yazayım dedim.  O nedenle yaşlılar haftasına ve âmâ Ali Dayımıza değinmek istedim.
Gerçekten Ali Dayı ve onun gibi insanların hayatları acıyla karışık bir hayattır.  Sanırım doğuştan gözleri görmeyen bir insanın hayata tutunması nereye kadar ve nasıl olurmuş...
Hani bazı kişiler vardır, Lefkoşa’ya damgasını vurmuş.  Ne insanlar geldi geçti şu Lefkoşa sokaklarından.  Ne insanlar gördük geçirdik.
Rahmetlik Ali Dayı’yı her görüşümde hep Aşık Veysel gelirdi aklıma.  Aşık Veysel’in bir ailesi ve bir meşguliyeti vardı.  Onun en büyük tutkusu sazı ve türküleriydi.
Aşık Veysel dendi mi, hep şu sözleri gelir aklıma.
“İki kapılı bir handayım, gidiyorum gündüz gece” dizeleri.
Gerçekten de hayatımız iki kapılı bir handır.  O da o kadar güzel tanımlamış hayatı o dizeleri ile.
86 yaşında hayata veda eden Ali Özyamacı’yı hep durmaksızın sürüklediği el arabasını ve birkaç kilo portakalı, limonu ve bazı sebzeleri ile anımsayacağız. 
Zaman zaman bandabuliyaya gittiğimde onu hep halin kapısında görürdüm.  Hatta malları kaliteli olmasa da, onun mallarından bir miktar alır, onu mutlu etmeye çalışırdım.  Benim gibi nice insan öyle yapardı.
İngiliz’in kullandığı bir söz vardır yaşlılar için.
“Occupational theraphy.”
Yani meşguliyet terapisi.
Ali Dayı hiçbir zaman cami kapısında el avuç açmadı.  Hep “olabildiğince kimseye muhtaç olmadan ayakta kalmaya çalıştı” desek yanlış olmaz.  Ne kadar onurlu ve sevecendi zavallı.
Bazı insanlar onun yola koyulmasını izlerken, onu kolundan tutup karşıdan karşıya geçirirlerdi insanlık adına.  Ayrıca arabasını da birlikte sürüklerlerdi.
Bu türdeki insanların yaşama arzusu diğer normal insanlardan çok daha üstündür.  Hayata tutunurken, insan ilişkilerini en üst düzeyde tutarlar.
Şayet yıllar önce bir âmâ ile dostluğunuz olmuşsa ve o dostluğun üzerinden aylar yıllar geçmişse, belki de düşünmüşsünüzdür, “Beni unuttu” diye.  Belki sen unutursun ama onlar hiç unutmazlar.
Yıllar önce bir bakanlığın santralında görev alan bir ama kardeşimiz vardı.  Çok saygılı ve çok da sevecendi.
Onunla buluşmayalı belki otuz yılı geçmişti.
Kendisi ile bir bankada buluşunca beni sesimden tanımış ve “Osman Bey nasılsınız?” sorusunu sormuştu bana.
Gözleri görmeyen insanların işitme ve hissetme organları çok güçlü olur.  Duyduklarını bir kere duyarlar ve bir kez daha unutmazlar.
Velhasıl Ali Dayımız da bu dünyadan göçtü gitti.
Hayat öyle acımasızdır ki, elbet bir gün bir başka Ali Dayımız şu Lefkoşa sokaklarını dolduracak ve görmeyen gözleri ile hayata renk katacak.
Yaşlılar dedik de yaşlılara pek değinmedik.
Gerçekten yaşlılar haftasında olsun yaşlıları hatırlamak yine bir başka insanlıktır diye düşünüyorum.
Uluslararası sağlık örgütleri, yaşlılığın başlangıç yaşını 65 olarak belirlemişler. 
Bu gibi değerlendirmeler yapılınca biz de şöyle deriz:
“Artık sonbahar da bitti ve kışa girdik.”
Gerçek öyle değil mi?
Fakat şunu unutmamak lazım.  İnsanoğlu yaşadığı sürece, kendini hangi yaşta hissederse gerçekte o yaştadır demektir.
Yani yaşlılık, dostlarım...