İnsanoğlu tıpkı hercai bir menekşeye benzer.  Her mevsim renk değiştirir de, mevsimlerin güzellikleri ile çirkinliklerini fark etmez insanlar.

                Hani “bahar sarhoşluğu” dedikleri bir şey vardı.

                Bahar geldi mi adeta “kabak çiçekleri” gibi açılır dökülürüz.  Ondan sonra gelecek hastalıkları düşünmeyiz.

                Sanırım insanları en çok eğlenceye davet eden mevsim yazdır.  Kışın evlere kapanıp soba ve klimaları çalıştırarak bir zamanı tüketmeye çalışırız da yaz gelince kendimizi kırlara, dağlara ve deniz kıyılarına atarız.

                Ormanlık alanda yapılan pikniklerin pek çok kez yangınlara sebebiyet verdiğini biliyoruz.  Dönümlerce ormanlık arazinin yanıp kül olması insanın içini acıtır.  Ama herşeye rağmen bu konuda duyarlı olamıyoruz.

                Öte taraftan çoluk çocuk kendini deniz kıyısına atınca, sanki bütün dünya onların olur.  Ne büyük heyecan var o çocukların içlerinde...

                Ailece dniz kıyısında hafta sonu tatili yapma kararı alındığında, çocuklar önce mayolarını ve kum oyuncaklarını çantalarına koyarlar.  Öyle zamanlar, çocuklar için bir hayal dünyasında yaşamak gibi bir şeydir.  Denizin sıcaklığı bir yana, kumlarda yuvarlarnma ve su topu oynamaksa bir başka heyecandır.  Tabii ki en büyük tehlike deniz içerisinde katı şakalar yapmaktır.

                Bunlar güzel de, eski insanlar şöyle derler su için:

                “Su ile oynanmaz.”

                Evet su ile oynanmaz.  İnsanoğlu o serin sularda kendilerini bir kütle halinde bulunca, sanki o “sular” bir düşmanmış gibi aniden kötü bir ana dönüşebiliyor.

                Yıllar önce Salamis Bay Otel’de tatile gittiğimizde şöyle Mimoza otelin önündeki sahil boyunca yürümüştüm... Tam otelin önüne geldiğimde bazı kabına sığamayan gençlerin sığ sularda şaka yaptıklarına ve bir arkadaşlarını havaya atıp denize dalmasını sağladıklarına tanık olmuştum.  İşte o sığ sularda yükseklere atılan gencin deniz dibine çakılması, o gencin omur ikiğinin kopmasına sonucu  ömür boyu sakat ve yatağa mahkum olması bana ve bu olaya tanık olan nice kişiye acı vermiştir.  Sonradan öğrendik...  O genç, meğer o günlerin İskan Bakanı bir arkadaşımızın pırlanta gibi oğlu imiş ve üç beş güne kadar da Amerika’ya yüksek öğrenime gidecekmiş.  İşe bir anlık heyecan bunu getirdi maalesef.  Ve buna benzer nice görünmez deniz kazaları...

                Bunlara bir başka örnek...Bazı sorumsuz aileler çocuklarını deniz içerisinde özgür bırakıp gölgede gel keyfim gel yaparlarken, çocuklarını ne büyük bir tehlikenin beklediğini bilmezler.

                Geçen gün Kaplıca Halk Plajı’nda beş kişi boğulma tehlikesi geçirirken, onları kurtarmaya çalışanlar da boğulma tehlikesi geçirmiş.

                Kaçak göçmenlerin bindikleri gemiler kaç kez alabora olunca nasıl o derin sulardada boğulduklarına şahit olduk.  Bunlar insana acı verir elbette.

                Bazı insanlar hayatlarını tehlikeye atarak özgürlüğe doğru yelken açarlarken, onların içinde bulundukları çaresizliğin ne kadar büyük olduğunu anlamak zor değil.  Kendi ülkelerindeki savaştan kaçan insanların büyük paralar karşılığında bazı üç kağıtçı balıkçı veya gemicilerin azizliğine uğradıklarını ve gemileri fırtınadan alabora olunca tümünün de hayatlarını kaybettiklerini  dünya biliyor.

                Benim esas üzerinde durmak istediğim durum, yaz mevsiminin azizlikleridir.  Yaz mevsimi ile gelen “güneşlenme ve D vitamini alma” heyecanı, bazen hüsrana dönüşebiliyor.  Özellikle kadınların bronzlaşmak için saatlerce güneş altında kalmalarının onlerı ne denli bir tehlikenin beklediğini bilmezler.

                Hani “Herşeyin bir dozu vardır” dereler ya...  Güneşlenmenin de bir dozu vardır.  Türk sinemasının unutulmaz aktörü rahmetlik Ayhan Işık, sırf bronzlaşmak uğruna balkonunda kızgın güneş altında saatlerce kalırken beyin kanaması geçirerek hayatını kaybetmişti.

                “Kızgın güneş altında fazla kalmayın” diyen doktorları kim takar?

                Çoğu insan bilmez ki, fazla güneş altında kalma cilt kanserine yol açar.  Bunu ben söylemiyorum, doktorlar söylüyor.

                Kırsal yörelerde, özellikle gölet olan yerlerde bir grup çocuk birleşip gölete veya derin dere veya nehir sularına girerler.  Bizde sadece deniz ve gölet var.  Derelerimiz bile suyu unuttu.  Lakin Türkiye’de pek çok kırsal yöre çocuklarının göletlere serinlemek için girdiklerini ve boğulduklarını gazeteler pek çok kez yazmıştır.

                Yazın İstanbul sahil boyunda yürürken pek çok çocuğun o boğazın sularına sorumsuzca nasıl atladıklarını ve kendileirni sulara bıraktıklarını da görmüşüzdür.

                Ölüm “Geliyorum” demez.  Küt diye aniden gelir.  Ecel o genç fidanları alır götürür ve resimleri duvarda kalır.

                Yazın denizini, güneşini ve piknik alanlarını yazar çizeriz de, neden yaz gecelerinin o bitmeyen trafik kazalarını yazıp çizmeyiz?  Olur mu canım.  Kaç kez yazıp çizdik meydana gelen kazaları ve zamansız giden genç insanların hayatlarını.

                Yazın diğer adı “özgür mevsimler” mi? 

                Evet kışın kasvetinden kurtulan insanoğlu, yazın özgürlüğünde başına gelebileceklerin farkında değil.

                Dikkat ve sorumluluk, herşeyin üstesinden gelir.  İnsanoğlu kendi sorumluluğu içinde hareket ederse, ne trafikte canlar gider, ne aşırı güneş altında kalmak, ne de denizlerde boğulmak.

                Yani yazın azizlikleri...