İsmail BOZKURT

1 Nisan 2021’de, TRT’nin hazırladığı “Bir Zamanlar Kıbrıs” dizisinin gösterimi başladı. 26 bölüm olacağı söylenen dizinin ilk bölümünü merakla izledim.

Bildiğim ilk Kıbrıs dizisi, yine TRT tarafından yapılmıştı. Bir de yine TRT için başlayan ama ileriye götürülemeyen dizi çalışması var. Önce kısaca o çalışmaları anlatayım.

ÖZKER YAŞIN’IN “KIBRISTA VURUŞANLAR”I

Özker Yaşın daha çok şair kimliğiyle bilinir. Oysa romanları ve başka düzyazı türlerinde dev boyutlu yapıtları (dört ciltlik “Nevzat Ve ben” gibi) da var. İlk baskısı “Mücahitler,” daha sonra “Kıbrıs’ta Vuruşanlar” olarak yayımlanan romanı, TRT tarafından 1988 yılında dizi olarak çekilip yayınlandı.

Birçok Kıbrıs filmi çekildiği biliniyor ama -benim bildiğim kadarıyla- Özker Yaşın’ın “Kıbrıs’ta Vuruşanlar”ı ilk Kıbrıs dizisidir. Beş bölüm olarak çekilmişti ve aynen “Bir Zamanlar Kıbrıs’ta” dizisinde olduğu gibi topa tutulmuştu.

İşin ilginci şu ki topa tutulan, dizinin senaristi, yapımcısı ya da yönetmeni değil, yazarı Özker Yaşın’dı çünkü yapılan “vur abalıya” idi ve aslında üzüm yemek değil, bağcıyı dövmekti. Eleştirenlerin hiçbiri romanda yoktu.

Özker Yaşın’ı Yönetmen Yardımcısı olarak almışlardı ve çekim sırasında Kıbrıs’a gelmişti. Birkaç kez görüşmüştük. Çekim sırasında yönetmenle birçok kez tartıştığını söylemişti. (O dönemde İstanbul’da yaşıyordu.)       

Ben romanı okumuştum. Dizi konusu duyulunca, bir daha okuyarak diziyi o gözle izlemiştim. Açıkça belliydi ki Özker Yaşın’ı topa tutanlar, romanı okuma zahmetine katlanmamışlardı.  

Bu olayı anlattığım bir yazım 25 Ocak 1988’de “Ortam” gazetesinde yayımlanmış, o yazıyı 2001’de çıkan deneme kitabım “Puşkin’in Ağacı”ına da almıştım. (s.44. Bu vesile ile Özker Yaşın’ı saygıyla anıyorum.)

YARIM KALAN KIBRIS DİZİSİ

2007-2009’da üç sezon ve 90 dakikalık 83 bölüm halinde, ilgi ile izlenen bir “Elveda Rumeli” dizisi vardı.

Aynı ekibin, bu kez TRT adına bir Kıbrıs dizisi çekmesi gündeme geldi. Senaryosunu yazar-müzikçi Kürşat Başar yazacaktı. Başar’ın babası emekli subaydı ve Baf’ Sancağı’nda görev yapmıştı yani Kıbrıs’la bir ilgisi vardı.

Kürşat Başar Kıbrıs’a geldi. Fevzi Tanpınar’la yakın arkadaştılar. Bildiğim kadarıyla birlikte çalışacaklardı. Başar, özellikle senaryonun yazımında yardımcı olarak birini arıyordu. Fevzi Tanpınar beni önerdi ve Kürşat beyle tanışmamızı sağladı. Uzun konuşmalarımız oldu ve yardımcı olmam konusunda uzlaştık. Kürşat Başar kaleme aldığı her bölümü bana gönderecek, ben inceleyip öneriler yapacaktım.

Bu süreçte Kürşat bey birçok kez adaya geldi. Birlikte yerinde, yer seçimi konusunda çalışmalar da yaptık.  Ve senaryo yazılmaya başlandı. Dört ya da beşinci bölüme kadar da gelindi ama sonra çalışmalar durdu: Dönemin KKTC ve TC hükümetleri, böyle bir diziyi “zamansız” bulmuşlardı.

Ben de işin işindeydim diye söylemiyorum ama iyi bir çalışmaydı ve niye “zamansız” olarak nitelenmişti, hiç anlamamıştım. Yaşanıp da tarihe mal olanların bir dizide ele alınması niye zamansız olsun ki! Ben her zaman ve her ortamda, yaşananların tüm acılığı ve çıplaklığıyla gelecek kuşaklara aktarılması gerektiğini savundum ve savunurum. Kin, nefret ve intikam duyguları aşılamak için değil elbette, geçmişi bilip geleceği daha iyi görebilmek için!.          

VE “BİR ZAMANLAR KIBRIS”

Başta da söylediğim gibi, TRT’nin hazırladığı “Bir Zamanlar Kıbrıs” dizisi gösterime başladı ve hemen topa tutuldu. Aslında çok ciddi eleştiriler var ama söylenenlerin birçoğu eleştiriden öte, “bağcıyı dövmekten” başka şey değil!

Hemen şunu belirteyim. Kronolojik sapmalar bir yana, ilk bölümde anlatılan toplumsal olaylar bu adada yaşandı ve yaşananlar belgelenebilir niteliktedir. Bu olaylarla ilgili görseller, belgeler, yazılmış anılar var. Abartılar yok değil ama abartı zaten genel olarak sanatın ve sinemanın doğasında vardır.

Ben kendim, diziyi iyice anlamak için en azından birkaç bölümünü izlemek gerekir diye düşünmüştüm. Konunun uzmanı Hüseyin Köroğlu ise, kendisine de teklif yapıldığını, ama ilk bölümün senaryosunu okuyunca teklifi kabul etmediğini, çünkü daha ilk bölümden ne çıkacağını anladığını söylüyor.

Hüseyin Köroğlu’nun saptama, eleştiri ve “çığlıkları” göz ardı edilemez ama ortam o kadar toz duman içinde ki, “olumlu ya da olumsuz” ne derseniz deyin, söylediklerinizin davulcu yellenmesi gibi güme gitme olasılığı çok yüksek ve ne yazık ki Köroğlu’nun söyledikleri de güme gidecek.

Bu “toz duman” ortamında güme gitme olasılığının çok yüksek olmasına karşın, bir şey var ki içimde kalamaz: Kıbrıs Türkleri’nin, TMT’si, direnişçisi, mücahidi ve tüm halkıyla verdiği, gerçek anlamıyla “efsanevi” olarak nitelenebilecek bir direnişi, bir varoluş savaşımı var. Ben dizinin ilk bölümünde bunu göremedim. TMT’yi hiç görmedim. Direnişi görmedim. “Mücahit” olarak, yalnız Denktaş’ın köylere götürmek için bomba verdiği belli belirsiz bir görüntü ile bir kaç kez kullanılan “mücahit” sözcüğünden öte bir şey yok!

Açıkçası “Bir Zamanlar Kıbrıs”ın ilk bölümünü çok yadırgadım.

Çanakkale ya da Türk Kurtuluş Savaşı, “Mehmetçik” es geçilerek “gerçek bir dünya dehası” olsa da yalnız Mustafa Kemal ile anlatılabilir mi?   

Bu sorunun tereddütsüz yanıtı “hayır”dır ve nasıl Çanakkale ya da Türk Kurtuluş Savaşı, “Mehmetçik” es geçilerek anlatılamazsa,  “Bir Zamanlar Kıbrıs” da “TMT,” “direniş,” “mücahit” olmadan anlatılamaz, anlatılmamalıdır. Anlatılmaya kalkışılırsa, birçoğu hayatta olan, dönemin canlı tanıkları direnişçilere/mücahitlere, TMT’ye ve yüzlerce şehitle gaziye haksızlık, “en hafif deyimle “ayıp” ediliyor. Onlar bunu hak etmediler.  

Dilerim bu, yalnız ilk bölümün eksikliğidir ve izleyen dizilerde düzelecek.