Değerli Vatan okurları,  hepinize   iyi bir hafta dileyerek 38. Hafta kaldığımız yerden yazımıza devam ediyoruz.

II. VİYANA SEYAHATİ

3 Eylül 2018 Pazartesi günü sabah Budapeşte Belediyesindeki toplantımızı bitirip saat 15.00 te Viyanaya doğru yola çıktık. Bu benim Viyanaya 2. gidişimdi. Birincisi yaklaşık olarak 30 sene önceydi ve onu daha önce bu sayfalarda yazmıştım. Otobüs, Flixbus adlı bir organizasyona bağlı olarak çalışıyordu. Bu organizasyon bir Alman şirketiydi ve Avrupa ile Amerikada şehirler arası yolcu taşımacılığı yapıyordu. Şirketin kendi adına ne otobüsü, ne de çalışanları vardır. Otobüs  sahipleri ve sürücülerinin kollektif çalışmalarını organize etmektedir. Otobüs derken, klimalı, internetli, tuvaletli otobüslerden bahsediyoruz.

Tuna nehri üzerindeki köprüden geçerken, manzara muhteşemdi. Köprünün üzerinden bakınca karşıdaki diğer köprüler, Macaristan parlamento binası ve diğer yapılar bütün ihtişamıyla gözlerinizin önündedir.

Budapeşteyi çıkıp Avusturya sınırına doğru yaklaşırken, burada da msısır ve ayçiçeği tarlalarını gördük. Ama esas görülecek şey, rüzgardan enerji sağlamak için kullanılan rüzgar değirmenleriydi. Macaristanda bunlardan yüzlercesi bulunuyor. Yol, 5 gidiş ve 5 dönüş olmak üzere 10 şeritlik bir otoyoldur.

Budapeşteden çıktıktan 2 saat kadar sonra Avusturya sınırına vardık. Burada dikkatimizi çeken en önemli husus, kara geçişlerinde pasaport kontrolu yapılmayışıydı. Bulgaristan – Romanya ve Romanya – Macaristan demiryolu geçişlerinde sınırın her iki tarafında trenler durdurulup yolculara pasaport kontrolu yapılırken,  Macaristan- Avusturya karayolu sınır kapısında pasaport kontrolunu bir tarafa bırakın, otobüsü durduran bile olmadı.  Beş şeritlik bir yolda vasıtaları durdurup yolcuların pasaportlarını kontrol etmeye çalışmak,  otobüs yolculuğunu iki kat uzatmak demekti. Salon arabalar, kamyonlar, otobüsler  ve diğerleri,  brandadan yapılnış bir tünelden geçerek yollarına devam ediyordu.

Sınırı geçip Avusturya toprağına girdikten sonra da rüzgar değirmenleri yol boyunca  bizdeki elektirk direkleri gibi sıralanmış duruyordu. Sınırı geçtikten bir saat kadar sonra Viyanaya vardık. Otobüs viyanaya giderken, önce Viyana havaalanına uğramış, yolcu indirmişti. Burada dikkatimi çeken önemli  saydığım bir ayrıntı, Viyana havaalanında terminal binasının tam önündeki bir reklam tabelasında, Türk Hava Yollarının reklamının bulunmasıydı. Artık Türk firmaları uluslararası alanda  en önemli noktalarda reklam tabelalarında boy gösterecek kadar gelişmişti . Havaalanından Viyana kentine giden güzergah üzerinde ağırlıklı olarak sanayi işletmeleri yer alıyordu.
Otogardan inince metroya binerek Landstrasse istasyonuna gittik. Bu istasyon, otele yakın olan, metro, gemi, havaalanı vasıtaları ve otobüslerle tramvay duraklarının kesişme noktasındaydı. Buradan  Viyananın, Avusturyanın ve Avrupanın her noktasına gidebileceğiniz kara, nehir,  hava ve demiryolu vasıtaları bulabilirsiniz. Bu durağı ve oteli de internetten araştırma yaparak bulmuştum.

Landstrasse istasyonunda  müthiş bir kalabalık ve uğultu vardı. Telaşla vasıtalarına yetişmeye çalışan yolcular, otobüslerin ve metro vasıtalarının gürültüsü bizi adeta serseme çevirmişti. İstasyondan dışarı adımımızı atar atmaz, Türk dönercilerinin dükkanlarıyla karşılaştık.  Neredeyse akşam oluyordu ve karanlık basmadan oteli bulmak istiyorduk.  Yanımızdan geçen bir kadına otelin adını ve adresini gösterip ne tarafa gitmemiz gerektiğini sorduk. Şans eseri kadın İngilizce biliyordu. Üzerinde bulunduğumuz caddenin ilerisini gösterip: “Dosdoğru gidiniz. Sağa sola sapmayınız. Yol üzerinde sol tarafta iki tane pastane göreceksiniz. İkinci pastanenin  hemen bitişiğinde oteli bulacaksınız” dedi.

Haftaya,  devam etmek  üzere …

30 SOĞUK GÜN: LEFKOŞA HARB MEYDANINA DÖNDÜ

O gün ortalık ana baba gününe dönmüştü. Dr. Küçük ve Osman Örek   içişleri bakanı Yorgacisle görüşmek için Baf kapısına gitmişler, burada müthiş bir kargaşalık yaşandığını görmüşlerdi. Rum polisler landroverler içinde silahlı devriyeye başlamışlardı. . Girne Kapısındaki Atatürk heykeli kurşunlanmış, Rum polisler Lefkoşa Türk Lisesi öğrencilerine ateş açmış ve 2 öğrenci yaralanmıştı. Halk galeyana gelmiş, sokaklara dökülmüştü.  1946 doğumlu İbrahim Yusuf, Girne Kapısında  o gün yaşananları daha sonra şu şekilde anlatmıştı:

“Sarayönü tarafından bir polis arabası ve kalabalık bir grup geliyordu. Kalabalık heykelin yanında durdu, Atatürk heykeline bakarak  yerden taş toplamaya başladılar. Landroverdeki silahlı Rumlara taş atacaklardı. Dr. Küçük de oradaydı. Biraz sonra Denktaş da geldi. Landrover Şehitler Abidesi’ne doğru gitti. İçinde bir şoför, bir çavuş ve ellerinde cangıl rayfılı denen silah tutan iki er vardı. Ansızın Lise tarafından silah sesleri geldi. Dr. Küçük halkı teskin etmeye çalışırken Denktaş tabancasını çekip tellerden atlayarak liseye doğru koştu.”

İşte bu hengame yaşandıktan kısa süre sonra ben  olayların yaşadığı yerin yanında Rum otobüslerini beklemiştim. Tabii olaylar olurken ben okulda olduğum için bu durumdan haberdar değildim.   Bu koşullar altında Rum otobüslerinin bu güzergahı kullanmamaları da gayet normaldi. O gece ablamla birlikte teyzemde kaldık. Evleri Kuruçeşmede hastanenin yanındaydı. O zaman o bina hastane miydi, yokssa 21 Aralık olaylarından sonra mı hastane oldu, tam hatırlamıyorum. Ama hatırladığım, o günden sonra köşe başlarında, siyah paltolu kişilerle sivil insanların stengun dediğimiz silahlarla  nöbet tutmaya başladığıydı.  Bu kargaşalıkta bile yaşanan kavgaların sona ereceğine ve normal düzene dönüleceğine inanan çoktu. Ertesi gün pazardı. Eniştemi Köşklüçiftlikteki bir evin bahçesinde çalışmak için çağırdılar. Eniştem beni de götürdü. Bahçeyi temizledik, çapaladık, ağaçları budadık. Ev sahibi eniştemi ödedi, bana da 2 şilin bahşiş verdi. Bir sonraki gün yaşanacakları bilseydi, ev sahibi bahçe temizliğine muhtemelen insan çağırmazdı.

Artık Laptaya ne zaman dönebileceğimiz belli değildi. Birkaç gün sonra Rumlarla Türkler arasında silahlı çatışmalar başladı. Tahtagala ve Çağlayan  bölgesi  boşaltıldı.  Küçük Kaymaklıyı Rumlar işgal etti. Kumsal Bölgesinde  katliam yapıldı.  Tahtagala, Kaymaklı ve Çağlayan bölgesini terk eden Türkler sur içine ve Hamit Mandreze göç etti. Artık her evde 3-4 aile ikamet ediyordu. Teyzemin eve de benimle ablamdan başka  en az iki aile daha gelmişti. Girne Kapısındaki sigara fabrikası, biraz daha ileride şimdiki Maliye Bakanlığının park yerinde bulunan buz fabrikası ve köşklüçiftlikteki Seferis un fabrikası Türkler tarafından işgal edildi. İçindekiler yağma edildi. Buz fabrikasında yılbaşı için stok edilmiş olan hindiler, herbiri yarım okka gelen elmalar ve daha birçok yiyecek maddeleri Lefkoşalılara ancak birkaç gün yetmişti.

Olaylar şiddetlenince Türk jetleri  Lefkoşanın üzerinde alçak uçuşlar yapmaya başladı. Bir gün ansızın  “BAYRAK, BAYRAK, BAYRAK” diye yayın yapmaya başlayan Bayrak Radyosunun sesini duymaya başladık. İşte o zaman, adanın birçok yerinden savaş ve ölüm haberleri  halka ulaşmaya başlamıştı.  Birkaç gün sonra  yayınlanan Türk gazeteleri şu başlığı atmıştı : “Lefkoşa  Harb Meydanı Oldu”

Bu kargaşa içinde artık Laptaya hiç dönemeyeceğimizi , ailemizi bir daha göremeyeceğimizi düşünmeye başlamıştık. Çünkü bizim Laptaya gitmemiz mümkün olmadığı gibi, köydekilerin de Lefkoşaya gelebilmesi imkansızdı. Bu moral bozukluğu içinde günlerimizi geçirirken, bir kaç hafta sonra bir sabah saat 9-10 civarında dışarıda otururken, babamın köşeden çıktığını ve teyzemin evine doğru gelmekte olduğunu gördüm. Gözlerime inanamadım ama şaşkınlığım geçince babama doğru koşmaya başladım. Bu arada babam teyzemin evin kapısına gelmiş, kapıyı çalmış ablamla teyzem onu görünce dışarı çıkmıştı. Ben koşarken “Baba, baba” diye bağırmaya başlayınca  babam beni o zaman gördü .Koştum, babama sarıldım, Bu arada teyzem:”Hade içeri girelim” dedi. O günlerde  sebebini  bilmediğim bir dargınlık nenediyle babam teyzemin evine girmemeye yeminliydi. Ama bu ortamda artık küslüğü sürdürmenin bir anlamı yoktu. Babam hemen cebinden 3-5 kuruş madeni para çıkardı, başının üzerinden 3 defa döndürdükten sonra yere fırlattı. Yemin bu şekilde bozuluyor ve yeminine aykırı davranışta bulunanalar günah işlememiş sayılıyordu.  İçeri girdik, bir saat kadar Lefkoşada ve Laptada aon günlerde yaşananları konuştuk. Teyzem ve babam, Ablamın daha güvenli olan Lefkoşa’da teyzemin evinde kalması, benim de babamla birlikte Laptaya dönmemi kararlaştırdılar.  Babam, Laptadan İbrahim Dolmacının (Guşappi)  arabasıyla geldiklerini söyledi. Aslında her taraf  kapalıydı ve yola çıkmak tehlikeliydi. Nitekim, 25 Aralık günü Laptadan Girneye gitmek için yola çıkan İbrahim Nidai ve Şevket Kadir kaybolmuşlardı. Bu tehlikelere rağmen neden yola çıktıklarını İbrahim Dolmacı’nın anlatımıyla gelecek hafta paylaşmak umuduyla…

Teyzemin ailesi ve ablamla vedalaşıp yola çıktık.. Tüm okurlara iyi bir hafta dilerim