Değerli Vatan okurları,  hepinize   iyi bir hafta dileyerek 52. Hafta kaldığımız yerden yazımıza devam ediyoruz.

FAYİTA

Ertesi gün konferanstaki konuşmacılar toplu hatıra fotoğrafı çekip öğle yemeğini yedik. Öğle yemeğinde bu sefer bulgur pilavı  ve  balıklı fayita vardı. Fayita, İspanyanın önemli yemeklerinden biridir.  Daha önce et ve tavuk kullanılarak hazırlanmış fayita yemiş ve beğenmiştik. Ancak balıklı olanı beğenmedik ama   koskoca tepside getirilmiş olan bulgur pilavı, bir gün önceki pirinç pilavı gibi harikaydı.

Yemekten sonra en üst kattaki roof’a çıkarak Valensiya kentini yukarıdan seyrettik. Görünüş gerçekten muhteşemdi. Bu katta ayrıca fitness salonu ve yüzme havuzuyla bar bulunuyordu. Daha sonra  alışveriş merkezine uğrayıp biraz vakit geçirdik.

FALCILIK, SİHİRBAZLIK VE BÜYÜCÜLÜK FUARI

O gün alışveriş merkezinin geniş koridorlarına ek standlar kurulmuştu. Bu standlar herhalde haftanın beli günlerinde kuruluyordu ve  neredeyse tamamı falcılık, büyücülük, sihirbazlıkla ilgili standlardı. Bu gibi inanışlar ve faaliyetler bizde de olmasına rağmen, bu şekilde alenen ve reklam yaparak vatandaşlara sunulması garibimize gitmişti.

ATIKLAR NASIL TOPLANIR

Uçuş ertesi gün öğleden sonraydı. Sabahleyin otelin civarında biraz dolaştık. Cadde üzerinde  çöp arabaları çöp bidonlarını kamyona boşaltıyordu. Çöp bidonları yanyana duruyordu ve her bir bidonda değişik  atıklar (cam, kağıt, plastic v.s.) bulunuyordu. Yani çöpler, ayrıştırılarak bidonlara atılıyordu. Eski eşyalar atılacaksa, bunlar için yol kenarında atık cepleri açılmıştı. Bu gibi lüzumsuz eşyalar, ekiplerin toplaması için bu ceplere bırakılıyordu.

Yüz metre kadar ileride bir park, bir hastane ve araştırma merkezi ile  çeşitli kuruluşlara ait ofisler vardı. Hastane, Prof. Dr. Antonio Llombart Rodriguez tarafından kurulmuş olan bir onkoloji merkezidir ve parka da onun adı verilmiştir.

Daha sonra caddenin karşı tarafına geçip yolun alt tarafında bulunan  parkı seyrettik. Caddenin kenarında mayo ile dolaşanlar vardı ama nehir veya plaj göremedik. Oradan  havaalanına giden metro istasyonunun yerini öğrendik. Alışveriş merkezinin hemen yanındaydı.. Alışveriş merkezi saat 10.00 da açılıyordu. O saate kadar civarda biraz dolaştık, yakındaki  çocuk parkını  inceledikten sonra alışveriş merkezinde biraz dolaşıp öğle yemeği için bir restorant aramaya koyulduk. Fastfood restorantına alternetif bir yer arıyorduk. Sonunda bir uzakdoğu restorantında karar kıldık.

UZAKDOĞULU KADIN BAĞIRMAYA BAŞLADI

Alışveriş merezinde  biraz daha dolaşıp  tekrar uzakdoğu restorantına girdik. Boş bir masaya  yerleşmek istedik. Tam bu sırada, restorantın mutfak tarafından  birisinin bağırdığını duyduk. Dönüp bakınca tipinden uzakdoğulu olduğu belli olan bir kadının bize bakıp bazı el kol hareketleri yaptığını ve bağırarak bişeyler anlatmaya çalıştığını gördük. İngilizce konuşmadığı için ne dediğini anlamıyorduk ama bu durum garibimize gitmişti. Çünkü 2 sene önce Singapurda bulunduğumuz süre içerisinde değil bağıran, yüksek sesle konuşan bir kimseye dahi rastlamamıştık. Genellikle bu bölgenin insanları çok alçak sesle konuşurlar. Duymak için pür dikkat kesilmeniz gerekir. Bu kadının bu şekilde bağırması normal bir durum değildi. Fazla üstünde durmadık, restoranttan çıkıp  başka bir restorant aramaya koyulduk. Biraz ileride bir Amerikan restorantı vardı. Oraya girip orijjinal bir Amerikan burger sipariş verdik.

Hamburger gerçekten enfesti.  Yemek yerken etrafı da incelemeye başladık. Restorant hıncahınç doluydu ve restoranın bir köşesinde sinema ve filmcilik konusunda çeşitli posterler, film afişleri, büyük harflerle Hollywood yazısı ile bir sinema makinesi vardı.

METRO İSTASYONUNDA HATALI DİZAYN, EKSİK ÜNİTELER….

Yemekten sonra otele dönüp çıkışı yaptık, valizleri otel emanetine bırakıp civarda biraaz daha dolaştıktan sonra  valizleri alarak metroya gittik. Valensiyada  hep otelin civarında ve yaya olarak dolaşmış, hiç metroya binmemiştik. Valizleri alıp gelince önemli bir sürprizle karşılaştık. Sanırım yolcu sayısının az olmasından dolayı istasyona yürüyen merdiven koymamışlar.  Bu nedenle yolcular gişelere giderken ve gişelerden trene ulaşmak için yürümek zorundaydı. Yol düz olsa o kadar önemli değil ama girişte gişelere ulaşmak için en az 10-15 basamaklık bir merdiveni inmek ve gişeden sonra perona ulaşmak için bir o kadar merdiveni yine yürüyerek ve elde valizlerle çıkmak kolay değildir. İşte bu helak edici uğraştan sonra metroya bindik.  Kapının üzerindeki seyir şemasına baktığım zaman, havaalanı yazısını göremeyince yolculardan birine sordum. Yolcu 18-20 yaşlarında  bir gençti. Yanında da bir kadın vardı. Herhalde annesiydi. Genç yolcu, yolda aktarma yapmak gerektiğini, kendilerinin de aktarma yapacağını, onların indiği yerde inip aynı trene binebileceğimizi söyledi. Teşekkür edip dediği gibi yaptık. Ikinci durakta aktarma yaparak diğer hatta geçtik. Havaalanına vardığımızda  saat 14.55 ti ve orada da bir sürpriz bizi bekliyordu.  Valensiya havaalanı, Larnaka hava alanından biraz daha büyük. Valizleri alıp  üst kata çıkmak için yürüyen merdivene adım atınca bir de ne görelim. Valizin tutup çekmeye yarayan sapı sökülmemiş mi? Ben merdivene çıkmıştım  ama, valiz olduğu yerde, eşimin yanında kalmıştı.  Çabucak geri indim. Artık valizi sapından tutup elimde taşımam gerekiyordu. Oldukça ağırdı ama başka çaremiz de kalmamıştı.  Yukarı çıkıp  çekin noktalarının yanındaki banklara oturduk.  Çekin saati gelinceye kadar ben bir araştırma yaptım. Havaalanlarında genellikle dağınık eşyaları paketlemek, bandla sarmak için makinalar  bulunur. Bizim valizi sardırsak belki eve gidinceye kadar  dayanır diye düşünüyordum. Biraz sonra söz ettiğimiz makinayı buldum . ama bandlamak için 35 euro alıyorlardı. Biz valizi 25 euroya almıştık. Vazgeçtim.  Çekin görevlisinden  yapışkanlı br band rica ettim. Ondan aldığım bandla vaizin kopan sapını valizin üzerine kullanılamayacak bir şekilde yapıştırdım. Bu sayede hamallar valizi demir kısmından tutup çekmeye çalışmayacak, sapından tutup yükleyeceklerdi.

Valizi teslim ettikten sonra pasaport kontrolundan geçip saat 16.15 te içeriye girdik. Her yerde olduğu gib (Ercan hariç) burada da, İspanyaya ait  otantik ve tanıtıcı eşyaları bulmak mümkündür. Birkaç tane küçük hediye aldıktan sonra oturup birer kahve içtik. Tabii burada su bizdeki gibi  kahvenin yanında ücretsiz olarak verilmiyor. Su isteyen ek ücret ödeyip almak zorundadır ve bir küçük pet şişe su 3. 65 euro yani 25 TL civarındadır.

Saat 18.20 sularındaa uçak Valencia’dan havaalandı. Direkt Valensiya – Larnaka uçağı bulamadığımız için Romada mola verecektik.  Saat   20.00 civarında Romaya inmiştik. Orada 1.5 saat süren bir aktarma işleminden sonra  Larnakaya doğru uçmaya başladık. Bir sene önce Avusturya dönüşünde olduğu gibi, bu sefer de eve varışımız  ertesi gün sabaha denk gelmişti. Böylece konferans amaçlı bir yurtdışı görev gezisi daha sona ermişti.

Bu yazıyla birlikte son 40 yılda yapmış olduğum yurtdışı gezilerinde gördüklerimi, duyduklarımı ve yaşadıklarımı  sizinle paylaşmış oldum. Yeni bir yazı dizisinde tekrar sizinle birlikte olmak dileğiyle tüm okurlara sağlıklı   günler, mutlu yarınlar diliyorum. Yolunuz açık olsun.