Elimizde ne var.

Yorganımız var elimizde ve ayaklarımız.

Binlerce yıldan süzüp getirdiğimiz bir kültürümüz de vardı.

Vardı dedim çünkü Menderes ve özellikle de Özal dönemi ile başlayan bir süreç, bizim bize yabancılaşmamıza ve bizim olmayan alışkanlıklara gırtlağımıza kadar batmamıza dolayısıyla da olmayanı da tüketmemize, tüketirken de tükenmemize neden oldu.

‘Mal sahibi mülk sahibi

Hani bunun ilk sahibi’

Günlerinden,  mal sahibi kimse mülk sahibi de  O dur, O olmalıdır zihniyetine bulaştık.

Evet,  bulaşların en belalısı mala sahip olanın hayata da sahip olacağı bulaşıdır ve bulaşmıştır kolayca.

Kötülük en hızla sirayet eden bir bulaşıcıdır ve ne yazık ki hakim olmuştur hükme bile.

Yine de bu yazı kötümser bir yazı değildir.

Yazar bildiği halde 4 G, 4.5 G ile yetinmeyip 5 G diye şımarıklık yapılacağını, Nasreddin Hoca’, Yunus Emre, Pir Sultan Abdal geleneğinin kötülüğü yeneceğini ve eninde sonunda İstanbul Ankara, Girne Mağusa’nın rezidans, yat, kat,  yüklü hesap sahiplerinin olmayacağını ama mutlaka şehirlerinde sakin  ve mütevazı bir yaşam sürdüren şehir sakinleriyle tabiatla uyum içinde gelecek kuşaklarla kucaklaşacağını söylüyor.

Ne insanlık ne de günlerİ tabiat ve hayat zalimlerin, para daha çok para, en çok para sahiplerinin ve onların teknolojik ve militer ya da siyasi hegemonyalarına boyun eğmeyecektir.

Elimizde ne var.

Yorganımız ve ayaklarımız.

Bir de Nasreddin Hocamız içimizin derininde .

Ayağımızı yorganımıza göre uzatarak ve mal sahibi mülk sahibi /  hani bunun ilk sahibi diyerek varacağız Kaf dağının ardındaki güzel günlere.

Değil mi ki Zümrüdü Anka kuşlarıyız.