Üzerinden yıllar geçen birinci ve ikinci Mublu Barış Harekatı, birçok insana mutluluk verdiği gibi, birçok insana da acı ve keder verdi.

                Hayatımızın kesitlerinden bazı yaşanmışlıkları irdelediğimizde nice acıların sızısını yeniden yüreğimizde duyarız.  Bu acılar saymakla bitmez.  “Acı” kelimeciğinin kavramsal olarak açılımını yapabilir misiniz?

                “Acı” gerçek anlamda evrensel bir ögedir.  Sevinçler ne kadar evrenselse, acılar ve kederler de o kadar evrenseldir.

                Hani halk ağzında bir söz vardır...

                “Herşey insanlar içindir” sözü...

                Evet işin özü budur.

                Herşey insanlar içindir.  Acılar da sevinçler de.

                Kıbrıs çatışmalarının acılarının en karanlık ve en unutulmazı, hatta insanlık için utanç vericisi herhalde Taşkent katliamıdır.

                Türk askerinin adaya çıkışını ve özgürlük hattını çizmesini hazmedemeyen Rumlar, yapabildikleri kadar katliam yapmışlardır.  İkinci Mutlu Barış Harekatı başladığında doğu bölgesinde ikamet eden Rumlar nasıl kaçacaklarını bilemediler.  Rumlar o kaçışlarda, Muratağa, Sandallar ve Atlılar’da masum ve savunmasız insanları mızı katlederek, hayatımıza kara bir gölge düşürdüler. 

                Kuzey bölgemiz Türk askerinin güvencesine girmiş ama güneyde kalan kardeşlerimiz, pek çok acı yaşamış Rumların acımasızlıklarından.  Bunların en acı vereni, güneydeki Taşkent Türklerinin 84 erkeğinin “Erkeklerinizi okula götüreceğiz” diyerek onları meçhul bir yerde kurşuna dizmeleri, sonra da üzerlerini dozerle kapatmalarıdır.  Bu unutulmaz ve affedilmez olayı kim kabul edebilir.

                Rumların bazı siyasileri ve bazı kurumlar kendilerince katledilen Türkler için af dilediler. Neye yarar?  Herkes çektiği acıyı bilir.  Ateş de düştüğü yeri yakar.

                O katliamın en önemli kişisi, hiç şüphe yok ki o katliamda tek bir kurşun almadan bütün ölenlerin çukurunda bir süre kalıp, sonra bir ara bulup İngiliz üssüne sığınan Suat Hüseyin’dir.

                “Öldürmeyen Allah öldürmez” derler ya...

                İşte Suat’ın o katliamdan sağ kurtuluşu gerçekten bir mucizeydi.

                Suat Hüseyin’in kuzeye geçişinde vermiş olduğu ifade ve açıklamalarını okuduğumda tüylerin diken diken oldu.  Benim gibi nice insanın tüyleri diken diken oldu.

                Bir kan gölünün içinde ölüm kalım savaşı veren bir insan düşünün.  Onun oradan kurtuluşu bir yana, yaşadığı sürece anılarında kalacak o görüntüler ve duyguları, her zaman kendisi ile beraber olacak.  Psikolojik durumu ayrı bir durum.

                15 Ağustos 1974 tarihinde evlerinden alınıp katledilen kardeşlerimizin şehit edilişlerinin üzerinden 45 yıl geçti.

                Taşkentlilere Beşparmak Dağlarının güneye bakan kısmında bir köy tahsis edilmiş ve o köye yeniden Taşkent ismi verilmiş, ayrıca şehitler için köyün ortasına bir anıt dikilmiş.

                Taşkent köyünün adı geçtiğinde “Şehitler köyü” olarak da ifade edilir.

                O şehitlerin arkada bıraktıkları eş ve çocukları hayatın yollarında ne kadar büyük acılar çekti.

                15 Ağustos günü onlar için bir anma töreni düzenlendi ve yeniden Rumların acımasızlıkları dile getirildi.

                Ve bütün bunlar yaşanmışken, Rumlar hala daha birleşik Kıbrıs’tan söz ederek zamana oynuyorlar. Hatta adanın tümünün kendilerine ait olduğundan söz ediyorlar.

                Bazen de insan haklarından bahsedip dururlar. 

                Rumların eski İçişleri Bakanı Papapetrou’nun şu açıklamaları vardı:

                “Biz Türklere on bir yıl işkence yaptık, onları açık hava hapishanesine mahkum ettik, gettolarda yaşattık.  Ve bizler insan haklarından söz ediyoruz.  Türklere gerçek anlamda insan haklarını çiğnedik” gibi sözler.

                Bu feci olaydan 45 yıl sonra onların aziz hatıraları önünde eğilerek hatırlatırken,  bu topraklarda özgür ve vatan sahibi olmanın kıymetini çok iyi bilmemiz gerektiğini ifade etme ihtiyacı duyuyorum.  Düşmansız ve kurşunsuz bir vatan...