1990’lı yılların başında dünyamız Sovyetler Birliği’nin çöküşünü ve önderlik ettiği doğu bloku ülkeleri diye bilinen ilkelerin dağılışını izledi. Komünist dünyanın dağılması 1989 yılında Berlin duvarının yıkılışı ile başlamıştı zaten.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasına giden yıllarda Moskova’da Komünist Parti Genel sekreteri ve ülke lideri, hala da isi akıllarda tutulan Mihail Gorbaçov’du. Çok kararlı ve ciddi bir görünümü  ve saçları dökülmüş olan başında doğumdan kalma büyükçe işareti vardı Gorbaçov’un. Gorbaçov koskoca bir Sovyet imparatorluğunu yumuşak inişe geçirip, sistem değişikliğine hazırlarken, adına iki de kitap yayımlanmıştı. “Glasnost” ve “Perestroika” adlı bu kitaplar, çok katı ve komünist parti yönetiminden demokratik bir sisteme geçişin işaretleri ve kritelerini veriyordu. Glasnost, yani “açıklık” ve de Perestroika  “yeniden yapılanma”, o günlerin umut dolu sözcükleriydi ve sovyet rejimi sonrasının da vizyonunu çizmeye çalışıyordu.
Sonuç’ta Gorbaçev, Sovyet sistemi sonrası için çizdiği yönetimde yer alamadı. Kendisine karşı yapılan KGB destekli askeri darbe, Rus halkının büyük bir kesimi ve Rus parlamentosu tarafından destek görmedi ancak, darbenin yarattığı yeni kahraman Alexander Yeltzin, Rusya’nın yeni lideriydi atık.
Bu olaylar daha dün gibi yaşanmış olmasına rağmen, aradan yaklaşık 28-30 yıl geçmiş. Az bir süre değil. Bugün karşımızda Rus Federasyonu diye BMGK daimi daimi üyesi  bir devlet var. Bu ülkenin kendi demokrasisi ve yönetim sistemi ve dünyaca da tanınan lideri Putin var. Rusya’nın da siyasal yönetim sistemi başkanlık ağırlıklı. Putin Rusya’nın güçlü adamı ve Rus sisteminin baş karar vericisi pozisyonunda, başkanlıkta 2. Dönemini yaşıyor.
Dünyanın “tek kutuplu dünya” ya adım attığı dönemde, “Yeni Dünya düzeni” sloganları, söylemleri tüm coğrafyaları kasıp kavuruyordu. Öyle ya, komünizmin çökmesinden sonra, tüm dünyada zaferini ilan eden kapitalist sistemin öngördüğü siyasal ve sosyal sistemler devreye giriyordu ve yeni düzenler yaratıyordu Bu düzenlerin ekonomik anlayışı içerisinde, devlet ağırlıklı ekonomik girişimlere yer yoktu ve özelleştirme teori ve uygulamaları her yerde uçuşuyordu.
Tek kutuplu yeni dünya ekonomik ve sosyal düzeninde birçok ülkenin ekonomik yükselişleri ya da düşüşleri her gün gazete sayfalarındaydı. Bu paralelde dünyada gittikçe sayıları artan birçok zenginin ve zenginleşenlerin isimleri de yeni düzenin ikonları olarak piyasaya sürüldü.
Şimdilerde “Yendi dünya düzeni” diye başlatılan dönemin yeni bir ekonomik ve ticari sistemin kurulmasında işaret fişeğini çoktan ateşlemiş bir ABD başkanı ve yönetimi var.
Geçtiğimiz gün, yani 6 Temmuz günü, ABD Başkanı Trump’ın daha önce dünyaya ilan etmiş olduğu Çin ve AB’ne karşı gümrük tarifelerinin (vergi oranlarının) yükseltilmesi uygulamasına geçildi. Aynı gün Çin ve AB’dan da karşı önlemler gecikmedi. Yani daha önce birbirlerine karşı yöneltilen dış ticaret silahları, Cuma günü resmen ateşlendi.
İlk görünen ve dünya ticaret otoritelerinin açıkladığına göre,  en az 2 trilyon dolarlık bir ticari daralma bekleniyor . İthalatları ve ihracatları karşılıklı olarak azalacak olan ülkeler dışında da zincirleme etkisi yaratacak olan bu önlemler sonrasında, tüm dünyada göreceli bir fakirleşme olması da bekleniyor.
Doğaldır ki gelirleri azalacak olan bir Çin ve AB ülkelerin diğer başka ülkelerden ithal ettikleri ürünlerde doğal olarak azalma olacaktır. Bu sürecin sonunda “ekonomik acıları” daha fazla hissedecek ülkelerle, çok daha verimli anlaşmalar yapabileceğini düşünen Trump rejimi, bunun için de uygun zamanları gözetler durumda olacaktır.
Trump’ın dünyada oluşmasını istediği yeni ekonomik ortam ve fırsatların yaratacağı siyasal seçeneklerden yararlanma peşinde olacağı da kesindir. Bu nedenle “gümrük tarifeleri” diye başlatılan olaylar zincirinin çok temelli siyasal ve askeri stratejik planlamalara dayalı olduğu da görülmeli ve bilinmelidir.
Ve aslında tüm bunları yazmanın esas nedeni, dün karşılıklı olarak tetiklenen küresel, kapsamlı ve karşılıklı ticari uygulamaların ucunun sonunda bizlere de dokunacak olmasıdır.
Türkiye’de 24 Haziran seçimleri sorasında yaşanmakta olan köklü siyasal yönetim değişikliklerinin, Türkiye’nin başta dünya gücü ülkeler olmak üzere tüm ilişkilerine faklı yapılanmalar da getirecektir.
ABD’nin mevcut dünya düzeni ve hele de Nato’nun iç düzen ve yükümlülüklerini çekmekten yorulduğunu, hatta bıktığını Trump, kendine has açık-seçik üslubuyla dillendirmeye devam etmektedir. 
Türkiye’nin  kendi yeni sistemiyle, Nato’nun ve genelde de Batı dünyasının sistemlerini  buluştururken, çok daha kararlı ve onurlu bir duruşla, özellikle bölgesel ve küresel hak ve menfaatlerini daha etkin olarak gözetleme ve sağlama kararlığındadır. Kıbrıs ve Doğu Akdeniz de buna dahildir.
ABD başkanı Trump’la, yeni cumhurbaşakanlığı görevinin ilk çalışma toplantısını gerçekleştirecek olan Erdoğan’nın, Brüksel’deki Nato  toplantısında söyleyecekleri de önemlidir.
Yıllardır Nato şemsiyesi altında, özellikle Avrupalı ve özgür demokrasi değerleri için Nato’nun en büyük ordusunu donatmış ve beslenmiş olan Türkiye,  utanmazca manevralarla AB dışında tutulmakta olmasının derslerini de iyice almış olarak, varlığını ve gücünü  ve bölgedeki önemini “dost”larının gözüne sokacaktır. 
Yenilenmekte fayda vardır. Yeni dünya düzenine yeni Türkiye sistemi çok güzel gidecektir! Bizlere sadece iyi başlangıçlar dilemek düşer.