Geçen gün rahmetli Hüseyin Ruso’nun Tekke Bahçesi’nde bulunan ve  yapılan DNA incelemeleri sonunda “o kemiklerin ve meçhul askerin” kime ait olduğu öğrenildi.
Bütün o acılar ve özlemlerle büyük bekleyişleri yine geçen günkü yazımda dile getirmiştim.
Son gelen haber, Depreli ailesinden...
Onlar da kayıp babalarını yıllarca aramışlar ve kemiklerine ulaşamamışlar.  Ne kadar dramatik bir durum...
26 Aralık 1963’te Küçükkaymaklı’da kaybolan babası Ömer  Hasan için bakınız ne diyor...
“Biz senelerce babamızı arayıp durduk.  2001-2003 yıllarında Güney Kıbrıs’a geçerek babamızı aramaya devam ettik.  Güneyde bize ölülerin nereye gömüldükleri ile ilgili isimli bir liste verdiler.  Bu liste ile o dönemin Türk Kayıplar Komitasi başkanına gittim.  Onun bana söylediği ise, ‘Bize güvenmezsiniz de, diğer tarafa mı gidersiniz?’ oldu. Halbuki o bilgilerin hepsi doğruymuş.”
Halbuki  onlar, yıllarca, tam elli dört sene babalarının mezarının dibinden geçmişler ama o meçhul ölülerden birinin babaları olduğunu anlayamamışlar.
Hatırlıyorum...  Depreli ailesini de çok seviyorum...  Müthiş enerji dolu ve yürekleri sevgi dolu insanlardır.  Gerçekte çok kalabalık bir ailedirler.  Babalarının öldürülmesi ile yıkıldılar ama devrilmediler.  Yüreklerine bastıkları baba özlemi ile yaşayıp, hayata dört elle sarıldılar. 
Ama şimdi...
Evet şimdi babalarının kemikleri o maçhul mezar taşlarının altından çıkartılıp kendilerin verilecek gerçek acıyı bir kez daha yaşayacaklar.
Sanırım bizim idarenin şimdi aklı başına geldi.  Yıllar önce Tekke Bahçesine gömülen insanların bu ölüm bahçesinde olabileceğini şimdi keşfettiler.  O zaman beklemeye gerek yok.
Orada ne kadar toplu mezar veya “meçhul kişi” mezarı varsa açılmalı ve o kemikler testten geçerek kemikler sahiplerine verilmelidir.
İnsan bir an düşünür...  O kemikleri bulsak ne yazar?  O kemikler büyük bir beklentinin yıkım belgesidir.  Lakin bir teselli açısından o kemikleri uygun bir törenler uygun bir yere gömmeli ve her zaman hatırasını anma adına, sık sık mezarları ziyaret edilmelidir.
O ziyaretler, söndü sönecek kadar cılız bir mum ışığının son umudunun da bitişidir esasında.
Bir teselli ve iç huzuru açısından Halil Depreli ve kardeşleri, onunla beraber Hüseyin Ruso’nun ailesi, son görevlerini yapacaklar ve yıllarca çektikleri acıları, hatta ilgilileri suçlayacaklar.
Haksız da değiller hani...  Bunca zaman neden bizi koşturttular ve uzun bir yoldan gelecek “yolcu” için beklettiler?
Gidişle dönüş, gerçek anlamda dramatik bir durumu anlatır.
O insanlar çarpışmalarda hayatlarını kaybettiler ve o kaos içinde sınırda kalan cesetleri Rumlar tarafından toplanıp bir yere gömülmüşler, ondan sonra da Rum hastanesindeki morgta bekletilmişler ve sonra da Türk tarafına iade edilmişler.
Tabii o zaman böyle DNA testi filan yoktu.   Ama en azından kayıp olan ve bulunan bu insanları giydikleri elbiselerinden, el ve ayak yapılarından, tırnak ve kafa yapılarından birşeyler elde edebilirlerdi.  İdare bunu olsun yapmalıydı.
Nedense insan üzülüyor bu duruma.
Kim bilir kaç kişinin daha kemikleri çıkacak hemen ayaklarımızın dibindeki meçhul mezarlardan.
Her ne ise...  Her şey olup bittikten sonra ne söylesek boş.
Arta kalan buruk bir duygu, yıllarca yaşanan büyük özlem ve 54 sene sonra yaşadıkları düş ve hayal kırıklığı.
Yine de kemikleri bulunan bu kardeşlerimizin aziz hatıraları önünde saygı ile eğilir, onlara Allah’tan rahmet ve yaslı ailelerine başsağlığı
dilerim.