Federal çözümden, ümitlerin çok büyük oranda yok olduğu, en azından giderilmesi zor boyutta erozyona üğradığı bir dönem yaşıyoruz. Hatta, son milletvekili genel seçiminde %38 gibi yüksek oranda oy alan ülkenin en büyük partisi UBP, artık federal çözüme de karşı çıkıyor. 
Tam olarak ne dendiğini bilmiyorum ama konunun Meclis Genel Kurulu’nda görüşülmesi sırasında adımın da kullanıldığı bilgisini aldım.
Benim genelde Kıbrıs sorunu, özelde federal çözüm konusunda ne düşündüğüm, sır değildir, çünkü düşüncelerimi açıkça ve her vesile ile ortaya koyuyorum. Kayda da geçiriyorum. Bu konuda haftalık yazılarımda yazdıklarımın, televizyon programlarının haddi hesabı yoktur. Dahası, yayımladığım kitaplarda da bunu yapıyorum.

***
2011’de yayımlanan, Evliya Çelebi’nin İzinde Kuzey Kıbrıs Seyahatnamesi’nde şöyle demişim mesela:
“1968 yılında Beyrut’ta başlayan Kıbrıs sorununa çözüm amaçlı görüşme süreci, bu güne kadar kesintilerle devam etti ve 43 yılı doldurdu.
“Bu seyahatnamenin yazıldığı 2011 yılı sonu itibarıyla süreç sürüyor. Taraflar, Ocak 2012 sonlarında, New York’ta, 5’inci kez BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’la bir araya gelecekler.
“Rum lideri Hrisofyas’ın görüşmelerdeki hedeflerini şöyle toparlayabiliriz: 
•Bir Rum Cumhuriyeti’ne dönüşen Kıbrıs Cumhuriyeti’nin münhasır meşruiyetini  sürdürmek;
•Anayasal değişiklik anlamına gelecek  bir anlaşma ile özde üniter, görünüşte ve sözde iki toplumlu federal bir yapılanma içinde  Kıbrıs Rum   egemenliğini Kıbrıs Türk Halkı ve Kuzey Kıbrıs’a kabul ettirmek;
•Süreç içinde Kıbrıs Türkleri’ni azınlık durumuna düşürmek; 
•İki kesimliliği anlamsızlaştırarak Kıbrıslı Türkleri coğrafi zeminden yoksun bırakmak; 
•1960 Garanti Sistemi’ni ortadan kaldırarak hem Kıbrıslı Türkleri etkisiz hale getirmek, hem de Türkiye’yi Kıbrıs’tan uzaklaştırmak.
“Kişisel düşüncem, Ocak 2012 Newyork zirvesinden de sonuç alınamadığı yönündedir.”
***
Aşağıdaki ifadeler de, 2015Te yayımlanan Kıbrıs Türk Halkı’nda Siyaset Kurumu kitabımda yer aldı: 
“Ortak federal devlet için tünelin ucunda ışık var mı?
“Elbette ki Kıbrıs’ta kalıcı bir federal düzen kurulması, tüm tarafların çıkarınadır. Ayrıca olası bir federal çözümün birçok avantajı olacağı, hemen değilse bile, ekonomiye ivme kazandırabileceği de düşünülebilir. 
“Buna karşın gidişattan umutlu değilim. Uzun yıllar federal çözüm politikasına inanmış bir kişiyim. Aktif politika yaptığım parti de öyleydi. Süreç, bende -özellikle vurguluyorum- masada iki tarafın istenciyle, “eşitlikçi bir federal yapı” kurulması konusunda uzlaşmanın ütopyaya dönüştüğü kanısını güçlendirdi. Bunu, gocunmadan geçmişte de yazdım ve televizyon ekranları dahil çok yerde dile getirdim. Yeni süreçte de bu durumun değişeceğini sanmıyorum. Ayrıca Ada’da bizim düşündüğümüz eşitlikçi bir federal yönetimi Rumlar’ın kabul etme olasılığını da görmüyorum. Rumlar’ın öngördüğü biçimde bir federal yönetim ise, benim anlayışıma göre kabul edilmezdir ve masada bunu kabul edecek bir Kıbrıslı Türk lider olacağını, olabileceğini düşünmek bile istemiyorum. 
“Dış dinamiklerin baskı ve yönlendirmeleriyle çözüm olur mu? Açıkçası ben olması karşıtıyım, olmamasını da dilerim, çünkü bunu kotaracak dış dinamiklerin çıkarlarına göre biçimlenecek böylesi “dayatma ya da ‘kumpas’ çözüm” kalıcı olmaz, olma olasılığı yoktur.  
“Diyelim ki “hayal” ya da “ütopya” olan benim düşüncelerimdir. Olabilir, hatta benim ütopya dediğim gerçeğe dönüşebilir. Öyle bile olsa bir çok veri, olası bir çözümden sonra da Rum Halkı’nda, Kıbrıs Türk Halkı’nı her yönden (statü, kimlik, ekonomi, kültür ve saire) eritme ve erozyona uğratma amacından sapmayacak güçlü dinamiklerin varlığını göstermektedir. Potansiyel olarak bu amaç doğrultusunda çalışacak Ortodoks Kilisesi gibi bir kurum ve eski EOKA’cılar gibi grupların varlığı ortadadır. Böyle bir durumun, Kıbrıs Türk Halkı’nın yaşamsal güvenlik ve siyasi çıkarları ile sosyo-ekonomik ve kültürel bünyesine yok edici etkiler yapacağı açıktır. 
“Bunları, sırf bu kaygı ya da kuşku dolayısıyla federal çözümden kaçınılsın anlamında bir mazeret olarak değil gerçekler olarak, özellikle vurguluyorum.   
“Sonuç olarak ben, sorunların çözümsüzlüğünü “Kıbrıs Sorunu”nda görmenin ve her şeyi olası bir çözüme bağlamanın “şehir efsanesi” olduğunu yineleyeceğim. Olası federal çözüm olması ya da olmaması, bu durumu değiştirmez. Yapılması gereken, “hiç ölmeyecekmiş gibi çalış; yarın ölecekmiş gibi ibadet et” deyişindeki gibi, federal çözüm hiç olmayacakmış ya da yarın iki tarafın içine sindireceği biçimde olacakmış gibi sürdürülebilir bir siyaset kurumu/düzen/ekonomi yaratmaktan; bu bağlamda öncelikle yapısal bozukluklarımızı düzeltmeye yönelik ciddi değişimleri gündeme getirmekten ve uygulamaktan geçer. 
“Şöyle ya da böyle, sorunları çözecek olan siyaset kurumudur.”
***
Crant Montana’nın çöküşünden sonra bu sayfada yayımlanan “CRANS MONTANA FEDERAL ÇÖZÜMÜ ÜTOPYALAŞTIRDI” başlıklı yazımda şu ifadeler var: 
“BM gözetimindeki görüşme sürecinin dayandığı parametreler ve yürütülen görüşme formatı fiyasko ile sonuçlandı ve sıfırlandı.
“…… Tabii ki artık hiç görüşme olmasın demek mümkün değil! Kıbrıs Sorunu orada duruyor ve son noktası kurulacak masada ortaya çıkacak bir uluslararası hukuk belgesiyle konacak. Ama kurulacak masa, 49 yılın tekrarı olmamalı; o masada uygulanacak format ve yol gösterici parametreler aynı olmamalı, artık ütopya olan federal yapı konuşulmamalı!
“……… Bana göre, Crans Montana ütopyalaşmaya noktayı koydu. Artık Kıbrıs için federal yapıyı konuşmak ve düşünmek bir ütopyayı konuşmaktan öte anlam taşımaz.” 
“………. Bu aşamadan sonra, federal Kıbrıs’ın peşinden koşmak, hayal dünyasında yaşamak ve ütopya ile avunmak anlamındadır. 
“…………Benim için bu konu kapanmıştır. Kıbrıs Türk Halkı için de kapanmalıdır. Bu bir yol ayırımıdır ve Kıbrıs Türk Halkı, tercihini bir hayal ve ütopya için yapmamalıdır.”
***
Bu görüşlerim hiç değişmedi. Artık değişeceğini de sanmıyorum.
1960 Kıbrıs (ortaklık) Cumhuriyeti’ndeki ortaklık haklarımızı hiç sindirmediler. Anayasada yapmak istedikleri 13 değişiklik bu haklarımızın ortadan kaldırılması içindi. Akritas Planı’nı da bunun için yapmışlardı. 50 yıllık görüşme sürecinin başarısızlığı hep bizim ortaklık-eşitlik haklarımızın kabul edilmemesinden kaynaklandı. 
Yani bu ada onca savaş, göç, ölüm yaşadı. Onca insan yaşamını, yüzbinler evini barkını kaybetti ama hâlâ daha hiç ama hiç değişmediler. Zihniyet hep aynı zihniyet! 
Onun için “artık federasyon da dahil, YÖNETİMİN PAYLAŞILACAĞI ortaklık modellerinden, yönetimi paylaşmayı içermeyen İŞBİRLİĞİ MODELLERİNE yönelmekten” daha iyi yol olamaz.