Geçtiğimiz hafta sonu Lefkoşa ara bölgede çok anlamlı ve ‘bu ada’ kokan bir etkinlik düzenlendi...

-‘İki Toplumlu İlk Tarımsal Festival’...

‘Türk ve Rum Zeytin Üreticileri Birlikleri, Kıbrıs’ı dünyanın zeytin adası yapmak için yola koyulmuşlar’

-‘İsviçrelilierin çikolataya yüklediği değeri, Kıbrıslı Türk ve Rumlar olarak biz de zeytin yağına yüklemeye karar verdik’ diyorlar...

Heyecan verici bir düşünce!

Doğru atılmış bir, iki toplumlu etkinlik adımı...

İşin toplumlararası ekonomik, sosyal ve kültürel ilişkiler boyutuna bakılacak olursa bu gibi girişimler siyasi çözüme ulaşmanın olmazsa olmazları...

Geçmişteki bazı ortak etlinliklerde olduğu gibi, siyasi istismara uğramaması halinde, zeytin festivali ve benzeri ortak etkinlikler üzerinden adada gerçek barışın tesisine çok ciddi katkılar sağlanabilir...

Barış, zaten halkların ortak değerlerini paylaşmayı başaramaları değil mi?...

1974 sonrası belli bir dönem ülkemizde zeytin üretimi ve zeytincilikten uzaklaşılmış olsa bile, son 5-10 yıldır zeytinin değeri yeniden gündem olmuş ve özellikle çevre hareketlerinde zeytin ağaçlarının yok edilmemesi yönünde ortaya konan eylemler bu değerlerin kamuoyunda yeniden algılanıp sahip çıkılmasında önemli etken olmuştur...

Günümüzde, çağdaş beslenme yöntemleri ve Akdeniz mutfağının sağlıklı beslenmedeki popülaritesi ve diyet gibi moda hareketlerin artması ile zeytin ve zeytincilik, o bizim çocukluk yıllarımızdaki ‘itibarına’ yeniden kavuştu...

‘İtibar’ diyorum, çünkü gerçekten zeytin, zeytin yağı ve zeytincilik Kıbrıs adasında Türk’ünden Rum’una vaıncaya kadar tüm halkların yaşam alanı içinde oldukça büyük ve önemli yer tutmaktaydı...

40 ve 50’li yıllardaki, çocukluğumuzda, örneğin bizim Templos köyünde (Zeytinlik) zeytin ve zeytincilikle uğraşmayan aile yok gibiydi...

Zeytin arazisi mal sahibi olmayan aileler bile, köydeki birçok zeytin arazisinin sahibi olan Lefkoşa’daki zenginlerden kiralayarak geçimlerini sağlıyorlardı...

1950’li yıllarda benim çocukluğum, babamın Girne’deki mevcut işine ek olarak köydeki yabancı zenginlere ait zeytin tarlalarını kiralayarak zeytin ve zeytin yağı üretimi yapan bir ailenin içinde geçti...

O denli yoğun bir üretim faaliyeti vardı ki, Templos’a, Karmi Köyü’nden Rum kadınları gelerek yövmiye ile zeytin topluyorlardı...

Hele bir de hasat öncesi yüzlerce dönümlük arazilerin altında biriken ot ve dikenlerin temizlenmesi vardı ya, biçare dedemin bu işi yapmak için ne emekler ortaya koyduğunu hiç unutamam...

Zeytini değirmene götürüp yağ çıkarma zamanı ise, köylünün evlerinin odaları yığınlarla zeytin veya küpler içinde yağlarla dolup taşardı!...

Kalabalık aileler bir araya gelir ve hasat boyunca herkes kendi evinin rızkını zeytinden rahatlıkla sağlardı...

Yani bir bakıma zeytin, Kıbrıs’ın köy hayatında ekonomik, sosyal ve kültürel yaşam biçimiydi...

Değirmenden çıkan yeni zeytin yağı musluğunun önünde toplanan köy çocuklarının elinde birer dilim köy ekmeğine değirmencilerin yağ gezdirmelerini beklerken, bu mutluluğu yaşayanların sanırım günümüzde sayıları git gide azalıyor... Ama bu kültürün yeniden ayağa kalkması için ister kendi coğrafyamıza özgü, ister iki toplumlu etkinlik ve festivaller insanın umudunu kabartıyor...

İnsanların, en önemli ve vazgeçilmez besin kaynağı olan zeytin ve zeytin yağının, o yıllarda fakir zengin herkesin sofralarının en değerli vazgeçilmeziydi...

Bayramlarda veya düğünlerde yakılan köy fırınlarına salınan zeytinli biddaların dört bir yana salınan kokularını, bu yazıyı kaleme aldığım şu sıralarda bile anımsıyorum da; ‘keşke bu ve benzeri değerlerimizi tamamen yok olmadan el birliği ile koruyabilsek’ diye düşünüyorum...

Birlik olması zor değil ama, önemli olan bunu sağlayabilmek...