Bugün 23 Nisan... Ulu Önder Atatürk’ün Türk çocuklarına hatta bütün dünya çocuklarına armağan ettiği bir gün...
23 Nisan galiba insanlara bazı şeyleri hatırlatıyor, çocuk hakları açısından. Dünyada ne kadar çok zavallı, kimsesiz ve ilgi bekleyen çocuk vardır.
Mesela 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü”dür. 12 Mart 1996’da Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözlemesi’ni imzalanıp hayat bulurken, bu sözleşmeye imza koyan devletin iç yapısındaki “çocuk yaşantısını” görmek lazım.
“Çocuk nedir yahu?” deyip geçmeyin. Veya bir bıkkınlık belirtisi de göstermeyin. Çünkü hayat gerçeklerinde “yeni cenerasyon ve yenİ umut” dediğimiz o değerlerdir çocuklar.
Liderlik ve büyük devlet adamı olmak işte budur. Birleşmiş Milletler çocuk haklarına ilişkin ilk adımı atarken, Atatürk bu adımı yıllar önce atmıştı. O bağlamda TBMM Cumhuriyeti ilan ederken, bu günün anlam kazanması ve çocuğa değer verilmesi açısından Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını da tescil etmiş oldu.
Esasında çocuk haklarını irdelerken, olaya evrensel anlamda bakmak lazım. Çocuk şayet bir hayatı temsil ediyorsa, bir anneden ve bir babadan dünyaya gelmişse, mutlaka eti kemiği, duyguları vardır. Sadece onlar değildir çocuğun yapısında var olan. O genç ve sevgi pınarından bir yucum su içmek isteyen çocukların sevinçleri de, acıları da, özlemleri de, sevgi ve sevgisizlikleri de evrensel anlamda bir özellik taşır.
Normal bir ailenin yapısı içinde çocuğun demokratik hakları olduğunu ve o hakları gayet güzel kullandığını görürüz. Tabii ki kültürlü anne babaların çocukları daha bir başka olurlar. Ama kültürsüz veya geri kalmış ailelerin, ekonomik açmazlarla cebelleşen ülke insanlarının çocukları hep acıların kucağına doğarlar. Yoklukların kucağında dünyaya gözlerini açarlar. İşte o bağlamda çocuğun bir değer olduğu, ama o değeri gerçek anlamda bulamadığı görülür.
Yoksulluk ayıp değildir de, çocuğun yoksulluk için kullanılması ayıptır. Büyük şehirlerde, özellikle Ortadoğu veya uzakdoğuda pek çok çocuk görürsünüz iş başında. Hatta bıyıkları bile terlemeden çocuklar çocukluklarını yaşamadan kendilerini, savaşın içinde bulurlar.
Mesela her İstanbul’a gidişimde içimde yangınlar başlar o ayakkabı boyayan çocukları görünce. Veya bir açık pazarda iki tane mendil, üç beş tane kalem satmak için canını yiyen çocukları...
Çocuk hayatını irdelediğimizde nelerle karşılaşmayız ki... Sadece bizim şu minnacık Kıbrısımıza baktığımızda, çocukların hem cinsel tacize uğradıklarını, hem suça teşvik edildiklerini, hem de o suçla hayatlarını kararttıklarını görürüz. Zaman zaman küçük suçluların büyük mahkumların barıntıkları hapishane köşelerine konduklarını görürüz. Onları bekleyen büyük tehlikelerin dışarıdakinden daha fazla olduğunu da anlarız. Geçmiş bazı olayların üzerinden hayli zaman geçti. İnşallah bir nedenle hapse atılan yeni yetişmekte olan çocukların bu tehlikeli durumu şimdi ortadan kalmıştır.
Bazen sorular sorarız...
“Toplum mu bu çocukları suçlu yaptı, yoksa çocuklar mı bu sistemin içinde suçlu oldu?”
İşte bütün mesele sistem içindeki var oluştur çocuklar açısından gelecek. “İstanbul” dedim de orada bıraktım düşüncelerimi. Halbuki o kadar çok şey var ki o İstanbul’un içinde. Bir lokmanın kavgasını, gece sokak lambaları altında sigara içişlerini görürüz o zavallı çocukların. İçinde bulundukları çıkmazlar, onları her türlü pisliğin içine iter. Bugün sigara, yarın uyuşturucu girer hayatlarına. Yani büyük kentlerin tehlikeleri onlar için ikiye, üçe beşa katlanır hatta.
Bazen de haltını yiyen bazı çiftlerin cami avlusuna bıraktıkları minicik, kundaktaki çocukları çeker dünyanın acılarını. O terkedilen çocuklar, ne anne bilirler hayatta, ne de baba. Hep özlemlerle ve arayışlarla geçer hayatları. Büyüdükçe her kadının gözünde annesini, her babanın yorgun ellerinde babalarının şefkatini ararlar. Ne özlemdir o özlem...
Birleşmiş Milletler, çocuk hakları üzerine bu sözleşmeyi 1996 yılında hayata geçirirken, bunun “geç kalınmış bir çalışma” olduğunu düşünürüm, yukarıda ifade ettiğim gibi. Gerçekten geç kalınmış bir çalışma değil mi bu? Koskoca milenyumun geldi geçti ve hala çocuklar savaşların ve insan egolarının dişleri arasında bir hayat törpülüyorlar. Yine o sözleşmeye dönelim...
Esasında bu sözleşme, bütün ülkelere ve o ülkelerin insanlarına bir uyarı niteliğindedir. Unutulmuş hayat gerçeklerini insanların gözlerine sokmak ve çocuk gerçeğini hatırlamak için hazırlanmış bir belge...
Yine de zararın neresinden dönersek kardır felsefesi ile hareket ettiğimiz zaman daha bir rahatlarız. Esasında duygu ve düşünce taşıyan vicdanlı insanlar hiç de rahatlamazlar zavallı ve kimsesiz çocukların hayatlarını görünce. Veya hayatın acımasız dişlileri arasında hayatlarının törpülenişine kahrederler.
Kaç insan çocukların sorunlarına duyarlı olmuş veya olmaktadır? Dünya araştırmaları geneline indiğinizde, belki de daha trajik durumlarla karşılaşacaksınız. Belki de kendi kendinizle de kavga etmeye başlayacaksınız.
“Ben neyim, ben insan mıyım?” sorularını soracaksınız kendinize.
Mesela şu anda Rusya ile Ukrayna arasındaki acımasız savaş hala sürüyor ve o savaşta yıkılan binaların altında zavallı çocuklar da can veriyor. İşte filler çarpışır, çimenler ezilir misali o savaşta pek çok insan can verir ve çocuklar da o yıkım ve ateşin bir parçası olurlar.
Daha da yazacak o kadar çok şey vardır ki çocuk hakları ve çocuk hayatı üzerine, söylemek istediklerimi bu küçücük köşeme sığdıramam. Lakin çocukların bu dünyada birer değer olduklarını hatırlatmak da görevimizin bir parçası olduğunu düşünüyorum ve “Lütfen çocuklara sahip çıkınız, duyarlı olunuz” diyorum.
Bütün çocukların 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlu olsun...