AB’nin Kıbrıs özel temsilcisi Johannes Hahn Kıbrıs’a gelip görüşmeler yaptı. Bu bağlamda, Cumhurbaşkanı Sayın Erhürman’la da görüştü. Sayın Erhürman tüm görüşmelere açık olduğuna göre yadırganacak bir durum yok. Yok da AB söz konusu olunca, insan yine de ne görüşüldüğünü merak ediyor.
AB, garantör ülke İngiltere ile birlikte Kıbrıs sorununun bu aşamaya gelmesinin baş/asıl sorumlusu ve Türk tarafı bakımından İngiltere gibi “tescilli sabıkalı”dır. İngiltere, yalnız Kıbrıs Sorunu’nu çıkmaza sokan 4 Mart 1964 Kararı’nın baş mimarı değil, AB’nin Kıbrıs Sorunu’na yönelik “vahim hata”sının da baş müsebbibidir ama ne yazık ki sabıkalı olmasına karşın, üç garantörden biri olarak Kıbrıs Sorunu’nun çözümünde söz sahibidir.
AB ise öyle değil, -tam tersi- Rum-Yunan ikilisinin yanında yer alan FB’li/GS’li/ BJK’li/Trabzonspor’lu fanatik bir taraftardan beter “taraflı”dır. Daha doğrusu karşımızda artık bir “Rum-Yunan-AB tarafı” vardır. Bu bakımdan AB, Kıbrıs sorununda Türk tarafı bakımından sıradan diplomatik diyaloğun sınırları içinde, soruna muhatap alınmadan yalnızca bilgilendirilmesi gereken bir konumdadır. Bana göre geçmişte “5+1” toplantılarında “gözlemci üye” olarak bile yer almaması gerekirdi. Evet, AB üyeliği konusu vardır ama bu üyelik, bizim için, -ben inanmıyorum ama eğer bir ütopya gerçekleşirse- başlayacaktır. Ayrıca belirli amaç ve hedeflerle paralar akıtması ve gençlerimizin yararlandığı eğitim olanakları, bize karşı olan ayıbını örtmez, örtmemelidir.
***
Mete Hatay değer verdiğim bir kişidir. Özellikle zaman zaman ortaya çıkan doğrucu/dobracı yanını severim. 20 Aralık 2025 günü sosyal medyada yaptığı dobracı ve doğrucu paylaşım da hoşuma gitti. Yine de bir hususu belirtmem gerekir: Benim AB’ye yönelik söylemim, Mete Hatay’ınki gibi doğrucu ve dobracıdır ama AB’ye yaklaşımımızla bakış açımız farklıdır. Bunu peşinen vurgulayarak, “paylaşımını paylaşıyorum:”
“Kuzeyde Yenidüzen, güneyde Politis… Aynı anda, neredeyse aynı sorularla an ve ‘mülakat’ denmesi zor, daha çok 'planted interview' tadında bir söyleşi çıktı karşımıza.. AB’nin Kıbrıs özel temsilcisi Johannes Hahn ile yapılan bu sözde söyleşiler, aslında Avrupa Birliği’nin Kıbrıs dosyasındaki ruh halini ele veriyor.
Bu bir diyalog değil; dikkatle sterilize edilmiş, risk almayan, demokratik iletişimden özellikle kaçınan bir pozisyon. Dinleyen ama yorum yapmayan, teknik başlıkların arkasına saklanan, ‘suya sabuna dokunmayan’ bir dil. Gerçek cevaplar yok, gerçek gerilimler yok. Sanki Kıbrıs, siyasal bir sorun değil de hassas ayar gerektiren bir bürokratik anomali.
Oysa aynı AB, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tek taraflı olarak üyeliğe almış olmanın yarattığı epistemik asimetriyi Brüksel koridorlarında serbestçe dolaştırmaya devam ediyor. Kıbrıs Cumhuriyeti'nin sesi kurumsal olarak güçlenirken, kuzey teknik dosyalara, ‘temas’ başlıklarına ve sessizliğe mahkum ediliyor. Bu asimetri artık bir yan etki değil; bizzat politikanın kendisi.
Anlaşılan AB, Kıbrıs’ta konuşmaktan çekinen ama anlatmaktan vazgeçmeyen; dinlediğini söyleyip hiçbir şey duymayan bir aktöre dönüşmüş durumda. Bu da çözüme bırakın katkı koymayı, yalnızca günü kurtarma eksersizinden öteye gitmiyor...”
Mete Hatay’ın paylaşımı bu kadar! Gerçekten “doğrucu” ve “dobracı” bir yaklaşım değil mi? Eminim, Mete Hatay bu doğrucu ve dobracı söylemi kullanırken, AB’yi eleştirmenin -neredeyse- tabu olduğu bir ortamda, “doğru söyleyenin dokuz köyden kovulduğunu” biliyordur. Bu açıdan bakıldığında yazdıklarının artı değeri çok yükselir.