“AYNI MASADA YARIM ASIR”

Bu yarışmalara, açık isimle değil, bir rumuzla katılım olur ve gerçek kimlik bilgileri kapalı bir zarf içinde verilir. Ayrıca hiçbir yerde katılımcının kimliğini belli edecek bir işaret ya da iz olmaz. Sibel Hanım da o yarışmaya öyle katılmış; ödül kazandığı belli olunca verdiği kapalı zarf açılarak, gerçek kimliği saptanmıştı.  

Hoş, akıcı, anlaşılır ve insancıl bir dili vardı o öyküde. Bir edebiyat ürününde, o ürünün yazarı için önemliydi bunlar ve yazarı, edebiyata iyi bir giriş yapmıştı. Nitekim bu girişten sonra deneme kitabı ile edebiyatımızda kendisine bir yer edinmeye başladı. Sözünü ettiğim dil özelliği, deneme kitabında da vardı.  

            Sayın Sibel Siber’in, 18 Ekim’de (2019) kalabalık bir katılımla tanıtımı da yapılmış olan kitabı Aynı Masada Yarım Asır  masamda!

             Kitabın dili güzel! Yukarıda yazdığım gibi, hoş, akıcı ve  “anlaşılır”dır. Öykü ya da roman okur gibi okunabilir. Yer yer deneme tadı da verir.

Yazarın kendisi, kitabı için şöyle der:

Kitapta,  dünyadaki en uzun üren uzlaşmazlıklardan biri olan Kıbrıs Sorunu’nun çözümündeki başarısızlığın nedenlerini, bir başka pencereden irdelemeye çalıştım. Kâh hekim kimliğimle soruna klinik bir hastalık gibi yaklaşarak, tedavi yolunun doğru olup olmadığını bulmaya çalıştım; kâh siyasetçi kimliğimle, yarım asırdır devam eden sorunun neden çözülmediğini, yıllardır denenmiş ama başarısız olmuş bir yöntemle, çözüme ulaşılmasının mümkün olup olmayacağını araştırdım.

Kitabın içeriğini ise, “1968 – 1974 yıllarına ait ilk altı yılın Meclis Kapalı Oturum Tutanakları ile 2013 – 2019 yıllarına ait son altı yıldaki kişisel tanıklığımı harmanlayarak, Kıbrıs Müzakereleri’nin başlangıç ve son dönemlerdeki yolculuğuna eşlik etmeye çalıştım” biçiminde açıklar. Kitabının, “Federal Çözüm ile diğer çözüm modellerini karşılaştırmak ve Kıbrıs’ta hangi çözüm modelinin daha gerçekçi, ya da en iyi olduğunu tesbit etmek amacı veya iddiasıyla” yazılmadığını da belirtir. Bu arada, “Bunca yıldır masadaki çözüm modeli olan federasyon arayışlarının ve müzakerelerin neden her seferinde başarısızlıkla sonuçlandığına dair bilgi, belge ve kişisel gözlemleri” ışığındaki değerlendirmelerini içerdiğini belirtir.

Yani kitabın araştırma niteliği de var ama tam olarak araştırma değil! İşin içine yazarın tanıklıklarıyla gözlemleri de girer. Yer yer denemeye dönüşmesi ya da deneme tadı vermesi bundan! Böyle olunca,  bilimselliğin, çoğu kez görülen “asık yüzlülüğü” yok kitapta!

         Kitaba konu olan “1968 – 1974 yıllarına ait ilk altı yılın Meclis Kapalı Oturum Tutanakları”rının ilgili olduğu dönemdeki 1970 – 1974 yıllarının canlı tanığıyım. Meclis’e 1970 yılında yapılan seçimlerde girmiştim. Benden yapılmış bir alıntı da var.

            Kitapta, benim de her vesileyle üstünde ısrarla duduğum bir konu var. Bu konuyu kendi anlatımımla vurgulamak istiyorum.

            Beni izleyenler Kıbrıs Sorunu’nu, 1571’de adanın Osmanlılar’a geçişiyle başlattığımı; sorunun somut olarak ortaya çıkışının 1796’da, Yunanistan’ın kendisi ile Kıbrıs daha Osmanlı  toprağı iken yayımlanan düşsel Büyük Yunanistan’nda, Kıbrıs’ın da düşsel Büyük Yunanistan’ın parçası olarak gösterilmesi olduğu görüşünde olduğumu bilirler.

            Günümüze kadar süregelen Kıbrıs sorunu ise, 21 Aralık 1963 öncesinde, Zürih – Londra Anlaşmaları’ndan yani “tescilli” uluslararası hukuktan kaynaklanan ortak Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nın on üç maddesinde değişiklik yapma girişimiyle başlar. O değişiklikler, günümüzde “siyasal eşitlik” olarak nitelenen, Cumhubaşkan Yardımcısı’nın veto hakkı, bazı konularda Meclis’te ayrı çoğunluk zorunluluğu, ayrı belediyeler gibi konularda Türk haklarının budanmasını öngörüyordu. Makarios bu işi yapamayınca, 21 Aralık 1963’te, bu kez bizi bertaraf etme amacı taşıyan Akritas Planı yürürlüğe kondu.         

            Onca şiddet, saldırı, çatışma, ölüm, göç, felaket yaşandı. Siyasal eşitliğimiz konusundaki Rum tutumu bir milim değişmedi. Sibel Siber’in dillendirdiği, “aynı masada  yarım asır”lık inişili çıkışlı görüşme süreci sonunda gelinen nokta budur. 

Buna, 21 Aralık 1063 öncesinde sorun başlarken iki eşit toplum statüde olduğumuzu; “aynı masadaki yarım asırlık” süreç sonunda, günümüzde Rum tarafının geldiği uluslararası statüyü, bir de bizim statümüzü düşünün.

“Aynı masadaki yarım asırlık” süreç, bizim için bir “yalancı meme” işlevi gördü dersek abartılı bir söylem mi olur?

SONUÇ OLARAK

Bu Ada’da; uzlaşı ile bulunacak, kalıcı, yaşayabilir, her iki toplumun da barış içinde yaşayacağı bir çözüme ulaşılması en büyük arzumdur. Bu arzu ve umut, var olan gerçekler ve doğru tesbitler ışığında gerçekleşebilir ancak. Yoksa, hayal ettiklerimizi gerçek sanırsak, işte o zaman gerçeklikten ve çözümden uzaklaşır, sorunla yaşamaya alışır, kısaca statükonun esiri oluruz.”      

Sayın Sibel Siber’in özdeyiş nitelikli söylemlerinden biridir yukarıdaki paragraf! Hatta kitabın katıldığım özüdür. Buna aynen katıldığımı söyleyebilirim.  

 “Aynı Masada Yarım Asır” kuşkusuz anı değil, ama anısal yönleri de var ve Sibel Hanım’ın halkımız için anlamlı anıları olduğunun ip uçlarını da taşıyor. Bu anıların (kuşkusuz yazarın uygun göreceği zamanda) paylaşılması ve toplumsal belleğe eklenmesi gerekiğini de belitmeden edemeyeceğim. Bu arada, Meclis’in kapalı oturum tutanaklarının, en azından Annan Planı sürecine kadar olan süre için tam olarak açılması gerektiğini de vurgulamak istiyorum. Bu da toplumsal belleğe ciddi bir katkı olacaktır.

Sayın Sibel Siber’i kutlarım. Toplumsal belleğe, ciddî anlamda bir katkı yaptı. Daha nicelerine diyorum ve özel konuşmamızda kendisinin ifade ettiği, bundan sonra roman olabilir deyişinin gerçeğe dönüşmesini diliyorum.

ÖNEMLİ NOT / EK:

Barış Pınarı Harekâtı ile ilgili görüşlerimi geçen hafta paylaşmıştım.

Çok iyi bir sosyal medya izleyicisi değilim. Olmak da istemem. Arada bir bakmak bana fazlasıyla yetiyor, hatta çok bile geliyor.

“Barış Pınarı Harekâtı” sürecinde de öyle yaptım ve en basit deyimiyle iğrendim. Böylesi iki yönlü düzeysiz bir didişme olamaz.

Düzeysizlikten yakınanların düzeysizlikten söz etmeleri ironidir, kara mizahtır.

Bu bağlamda, Cumhurbaşkanlığı makamına ya da her hangi bir makam ya da kişiye karşı, eleştirinin ötesinde yapılan aşağılama ya da tehditler, nerden gelirse gelsin, kabul edilemez. Kınıyorum.