BOŞ SOKAKLAR İNGİLİZ DÖNEMİNİN ÖRFİ İDARESİNİ HATIRLATIYOR

Artan pandemi vakaları nedeniyle Lefkoşa ve Girne’de kapanma sürecini yaşıyoruz.  Kim ne söylerse söylesin, hangi parti hükümet ederse etsin, bu süreci atlatmak için türlü yöntem ve kararlara baş vuracaktır.  Bence şu anda görevde olan Ersan Saner hükümeti, içinde bulunduğumuz bu kör kuyudan nasıl çıkacağımızın hesabını yaparak halkın sağlığı için kararlar üretiyor. Bence de doğru yapıyor.  Dışarıdan gazel okumak kolaydır.  Hele bir içine giriniz de görelim bakalım.  Bu mesele iktidar-muhalefet meselesi değil, genel anlamda bu badireyi nasıl atlatacağız meselesidir.

            İşin özünde insanların egoları vardır. İnsanlar hala normal hayatı yaşar gibi bir hayat sürmeye çalışıyor.  Kimi maske takıyor, kimileri kahve ve kulüplerde muhabbet yapıyor, kimileri de aile toplantılarını genişletiyor, açılan okullarda bazı çocuklar maskesiz ders yapıyor ve dahaları...

            Yani insanların egoları ile baş etmek kolay değildir. Bu dönemde yapılması gereken şey, halkın sağlığını korumak adına iktidar-muhalefet işbirliği yapılmasında yarar var.

            İnsanın şu soruyu sorası gelir.

            “Pandemiden kurtulmak için aya mı gidelim?”

            Hepimiz de gördük Karpaz’a uzanan araç kuyruklarını. Ne yapsın insanlar?  Bu badireyi atlatmak için kendilerini daha güvenli ve tenha yerlere atıyorlar.

            Boş sokaklar bana İngiliz döneminin örfi idare günlerini hatırlattı.  65 yaş üstündekiler bazı şeyleri hatırlayacaktır.  O dönemler, bizim yaşlardaki insanların ortaokul ve lise dönemleriydi.  Yıl, 1956-58 dönemiydi.  Sınıflara girip derse başlayınca birden İngilizin o acımasız siren sesleri bizleri deli divane ederdi. 

Hocalarımız bizlere, “Çocuklar İngiliz örfi idare koydu.  Sokağa çıkmak yasaklandı.  Şimdi derhal kitaplarınızı, defterlerinizi toplayıp doğru eve gidiniz.  Çünkü Rumlar, sokaklarda Türkleri ve İngilizleri vuruyor” derlerdi.

            O sirenler bize ölümü hatırlatırdı.  Surlar içindeki okulumuzdan apar topar çıkar, sonra da evin yolunu tutardık.  Bazı sınıf arkadaşlarımın Eğlence’de oturduklarını anımsıyorum.  Onlar bisikletlerine atladıkları gibi Eğlence’nin kilometrelerce uzaktaki evlerine giderlerdi. Bizler kısmen daha şanslıydık.  Çünkü Lefkoşa içinde ve varoşlarında oturuyorduk.

            Bütün bu örfi idarelere sebep olanlar da, elbette ki, EOKA’nın acımasız kurşunlarıydı.  O dönemlerde EOKA’cılar Türk polislerini hedefe almıştı.  Mesela polis Nihat’ın Ayluka bölgesindeki Bodamyalı Sokağında üç EOKA’cı tarafından öldürülmesi, 23 Nisan 1956 tarihine denk gelir.

            Çoğu insan hatırlayacaktır, polis Nihat’ı vuran EOKA’cıyı kıskıvrak yakalayan kahraman Emine’nin hikayesini.  Yorgo adındaki o Rum, Emine ve tüm mahalleli tarafından yakalanıp İngiliz polisine teslim edilince Yorgo yargılanarak idam edilmişti.  Bu olaydan sonra da Emine, ödül olarak beş bin İngiliz poundunu almış ve İngiliz onu, apar topar Türkiye’ye göndermişti.  Emine tam 18 yıl kendi ülkesine dönememişti.  Onun dönüşü 1974 Mutlu Barış Harekatı’ndan sonraki döneme rastlar.  Ama o kız, özgürlükle tutsaklığı bir arada yaşadı, kendi Anavatan’ınde bir ömür geçirmesine karşın.

            Onun hayatında pek çok dramatik durum vardır.  Ne demektir bir insanın kendi doğup büyüdüğü topraklara dönememesi ve devamlı Rum tehditlerine maruz kalması? Emine kaçırılmasaydı, kesinlikle Rumlar tarafından öldürülecekti.

            Yani o zor günlerin görüntüsünü veriyor bana boş sokaklar.  Öğrencilerin çoğu bayram ederlerdi örfi idare konunca.  Hani derslerden kurtulma, okulun o uzun yolunu tepme ve daha nice mükellefiyetlerden kurtulma adına meydana gelen bir sevinç...

            Yine hatırlıyorum...  Bir örfi idare döneminde bizler de ailece Köşklüçiftliğe taşınmıştık.  Orada pek çok arkadaşımız vardı.  Hatta Rum arkadaşlarımız bile vardı, toplumsal kavgalar olmasına karşın.  O Rum çocuklarla top oynayışımız, masumane ve bütün kötülüklerden ve ard düşünceden arınmış düşüncelere dayanırdı.  O sokaklarda Türk ve Rum arkadaşlarımızla top oynardık ama örfi idare kalkınca da, ertesi gün pankartlarla meydanlara koşardık.

            Boş sokaklarda bize özgürlük hissi veren o sokağa çıkma yasağı günlerinde maçlar yapardık.  Bazen de pirilli oynardık.  Örfi idare ile insanların bakkallara hücum etmesi de hala anılarımdadır.  Tıpkı şu pandemi günlerinde insanların marketlere hücüm etmesi gibi...

 Köşeden İngiliz cipleri dönünce, hepimiz de çil yavrusu gibi dağılırdık.  Lakin İngiliz askerleri bizlere pek birşey demezdi ama yine de evlere kaçışırdık.

            Örfi idare süresi dolunca tarih hocamız rahmetlik Ahmet Tansel bir grup öğrenciyi toplar ve bizlere anlamlı pankartlar yazdırırdı.  Özellikle yazısı güzel olan öğrencileri seçerdi Ahmet hoca.  Herkes ona “Gago” derdi.  Yani Rumcada “fena” anlamına gelen bir ifade...

            Esasında o fena bir hoca değildi. Yüreği ipek gibiydi ama çocukların kulaklarını çekmekten de geri kalmazdı, bıyıklarının altından gülerek.  Sonra da o pankartları lisenin tiyatro salonundaki suflör deliğine saklardık.  Zaten zaman zaman İngilizler okulu da basarlardı.  Suflör deliğinin üzerine bir masa koyar, üstüne de çuhadan bir örtü sererdik birşey anlaşılmasın diye.

            Bakınız bu yaşadığımız günler bana neyi hatırlattı.  Bugünkü düşmanın elinde makinalı tüfek veya bomba yoktur.  Ama bu sessiz düşman, bombadan da, makinalı tüfekten de daha etkili ve öldürücüdür. Yani Koronavirüs öyle birşeydir sevgili okurlarım. O nedenle alınan tedbirleri anlayışla karşılayalım ve maskemizle, dezenfentanımızla ve mesafemizle bu zor günleri geçirmeyi hayal ederek yaşayalım.  Şayet sabreder ve dayanışma içinde olursak, mutlaka ama mutlaka bu zor günleri atlatacağız.

            Yani şu boş sokaklar beni geçmiş İngiliz döneminin örfi idare günlerine götürdü demek istiyorum...