Türkçe’de “her kafadan bir ses” biçiminde bir deyim vardır. Asıl anlamı “kargaşa”dır ama her sesi “düşünce” olarak kabul edersek bir “doğru”yu yansıtmaktadır. Bazı kafalardan çıkan sesler, bize göre “saçma” olarak görünse de, “düşünce” olarak saygı duymalıyız; duyabilmeliyiz. Bunun adı, çoğulcu/çok sesli demokrasinin temel gereklerinden biri olan “hoşgörü”dür
Gerçekten de demokrasiden söz edilen her yerde, hatta bir parti içinde bile, herkes düşüncesini özgürce dile getirebilmeli, örgütlenebilmeli, demokratik eylemler yapabilmeli, bu bağlamda başkasının düşünceleri / eylemleri hoşgörü ile karşılanabilmelidir. Demokrasinin içselleşmesi, hoşgörü kavramını egemen kılmak suretiyle her kafadan bir ses çıkmasını saygıyla karşılamakla olur.
Tabii ki bir “doğru” başka bir “doğru”yu götürmemelidir. Yani “her kafadan bir ses” demokrasinin gereğidir ama demokrasi yalnız bu değildir. Diyalog ve uzlaşma, “birlikte bir şeyler söyleyebilme/yapabilme” de demokrasinin erdemlerindendir.
Yakın zamanlara kadar, ülkemiz siyasetinde inanılmaz bir hoşgörüsüzlük vardı. Hemen her düşünce ya da ideolojide, reddedilen, beğenilmeyen başka düşünce, görüş ya da ideolojide olanlar “öteki” idi. Artık bunun büyük oranda değiştiğini söyleyebiliriz ama işin başka bir yönü var. En yaşamsal konularda bile halkımızda kafa karışıklığı, yorgunluk, ümitsizlik ve yılgınlık belirtileri görülmektedir. Bir yanda yığın halindeki çözümsüz iç sorunlar, hantal, verimsiz ve kaynak tüketici kamu yönetimi, ekonomik sorunlar, yaşam ve demokrasi biçimi haline gelen popülizm var.
Buna karşın, -özellikle son yıllarda yaşananlar bakımından- Dünya’nın hatta yakın coğrafyanın değil hapşırması, ölüm-kalım savaşı vermesi durumunda bile, bizim -sanki- kılımız bile kıpırdatmıyor. Dünya, özellikle de yakın coğrafyamız yangın yeri ve her an patlayabilir ama bu durum bizim küçük dünyamızda ve de siyaset kurumumuzda pek yankı bulmaz. Siyaset kurumumuz, “keçi can derdinde, kasap et derdinde” örneği, bu aralar seçim derdinde! Oysa, Kıbrıs Türkleri’nin varoluş savaşımı ya da moda deyişle “beka” sorunumuz bitmedi. Üstelik giderek daha büyük bir bela yaklaştıkça yaklaşıyor.
Geçen hafta da yazmıştım: İngiliz Üsleri yetmezmiş gibi, ABD’nin de Ada’ya çöreklenmesi yeni felaketlerin habercisidir. Bu bir felaket dellallığı değil çünkü yakın tarihlerde ABD’nin girdiği her yerde felaketin daniskası yaşanmıştır ve yaşanmaktadır. Daha beteri var. İsrail’in Güney’de, istihbarata dayalı iki gizli üssü olduğu yönünde, -bildiğim kadarıyla yalanlanmayan- haberler de var. Bu üsler olmasa bile, Güney’e tüm Kuzey’i hatta Anadolu’nun güneyini etki altına alabilecek İsrail silah ve hava savunma sistemleri aktığı sır değil!
Biliyorduk ama bir daha kanıtlandı ki ABD demek İsrail, İsrail demek ABD demektir. ABD, İsrail için dünyayı yakmaya hazırdır ve artık İsrail de Kıbrıs denkleminde, bizim karşımızda yer alan, göz ardı edilemeyecek, bela yüklü bir etkendir. Hem de bu topraklarda gözü olan, üstelik sırtını ABD’ye dayayarak gözü olan yere sahip olabilmek için eyleme geçmekte tereddüt etmeyen bir etkendir söz konusu olan!
***
Buraya kadar yazdıklarımın 19 Ekim 2025’te yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi ile doğrudan ilgisi/bağlantısı yok. Daha doğrusu ben bunları seçimle bağlantılı olarak yazmadım ama öyle görünüyor ki seçim sonuçlarından doğacak ortamın, hem dış dünya hem tek dünyadaki tek yandaşımız Türkiye Cumhuriyeti bağlamında, “yumuşak karnımız” olma olasılığı var. Bazı çevrelerin bunu istediği ve gizlemeden/saklanmadan yapmaya çalıştığı açıkça ortada! Bu söylediğim, bugünün Ankara hükümeti ile olan dünya ve yaşam biçimi çelişkileri ve sorunlarla ilgili değildir. Doğrudan doğruya Türk halkı ile Devleti’ne yönelik, giderek yoğunlaşan ve sesini yükselten nefret söylemlerinden söz ediyorum.
Gerçek, çoğu kez romantik ve kulağa hoş gelen seçime yönelik söylem ve sloganlarla dile getirildiği gibi değildir.
Başa döneyim: Evet, “her kafadan bir ses” demokrasinin gereğidir ama demokrasi, nefret söylemi demek değildir. Sporda bile asla göz yumulmaz nefret söylemine! Siyaset kurumumuz da bu konuda “birlikte bir şeyler söyleyebilme/yapabilme” başarısını gösterebilmeli, seçim öncesinde değilse bile sonrasında ve seçim sonucu ne olursa olsun, böyle bir konuda diyalog ve uzlaşma kültürünü yaşama geçirebilmelidir.