İsmail BOZKURT

Resmi Olmayan “Cenevre 5+BM Konferansı” olduydu olacaktı derken oluverdi ve Türk tarafının, Kıbrıs Sorunu’nun “federal/ortak yapı yerine egemen eşitlik temelinde ve işbirliğine açık iki devletli” bir modelle çözümlenmesi önerisi, “ete kemiğe bürünerek, ” -benimsensin ya da benimsenmesin- Konferans’ın ve de BM dahil Kıbrıs Sorununa taraf “5”lerin gündemine oturuverdi.     

Aslında bu, çok sancılı olacağı varsayılan ama o kadar da sancılı olmayan bir doğum oldu. Yıllardır bu konu, Genel kanının “hiç kabul etmezler” biçiminde olduğu Güney komşumuzda, değişik platformlarda konuşuluyordu. Anastasiades bile hem Mon Crantana’da, hem kendi ülkesinde, hem de Kilise’de bu konuyu dillendirmişti. 2 Mart 2021 Salı gün bu sayfada yayımlanan “Rum Tarafında İki Devletli Çözüm Tartışması Yeni Başlamadı Ki?” başlıklı yazımda, Güney’in  yüksek tirajlı ve parti bağlantısı bulunmayan gazetesi Filelefteros’un, yıllarca önce iki devletliliği savunan bir kitabı bedava  dağıttığı ile ilgili bilgiyi ve Dr. Taki Georgiou’nun yazdığı kitap hakkında 11 Ekim 2010 tarihinde Cyprus Mail gazetesinde, Charles Charalambous imzasıyla çıkan tanıtım yazısını konu etmiştim. Bizde bile bu konuda kitap çıkmazken Rum tarafında çıkması ilginç değil mi?

Tanıtım yazısına göre, kitapta iki kesimli federasyonun “felâket (disastrous)” olduğu belirtiliyor. İki devletli çözüm sindirilebilir değilse de en azından felaket değil diyen yazar, maksimum toprak kazancı karşılığında Türk Devleti’ni tanımanın, Helenizm’in Kıbrıs’taki ulusal ve biyolojik varlığının (hayatta kalmasının) ön koşulu olduğunu da açıkça söylüyor.

ERSİN TATAR’IN ÖNERİLERİ

Cenevre’de KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar tarafından BM Genel Sekreteri’ne yazılı olarak verilen altı maddeyi herkes biliyor. Bana göre bu altı madde öz olarak üç husus içerir:

-Ada’da egemenlik hakkı (egemen eşitlik) olan iki halk olduğunu vurguluyor.

-Çözüm olarak işbirliğine dayalı iki devletli çözüm modeli öneriyor. 

-Eğer bir görüşme süreci başlayacaksa, iki eşit egemen tarafın, birbirlerini peşinen tanımalarını öngörüyor.

Birinci husus, aslında/özünde Kıbrıs sorunun temelidir. Zürih - Londra anlaşmaları ve Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası ile kurulan ama Rum tarafının uyguladığı Akritas planıyla -dünyanın desteğini de alarak- alabora ettiği sistemi işaret ediyor.  

İkinci husus, günümüze kadar masada olan ancak gerçekleşmeyen federal çözümü bir yana iterek, yukarıda da değindiğim gibi yıllardır şu ya da bu biçimde tartışıla gelmekte olan iki devletli çözümü masaya getiren radikal bir unsurdur.

Eğer yeniden bir görüşme süreci başlayacaksa, iki egemen tarafın, birbirlerini peşinen tanımalarını öngören üçüncü husus, Kıbrıs müzakere süreci başlarken olması gerekli, çok geç kalmış bir husustur. 

ŞİMDİ NE OLACAK?

         Resmi olmayan 5+BM Konferansı öncesinde olduğu gibi sonrasında da, Tatar’ın masaya koyduğu hususlar için üzerinde durulan önemli bir konu, çözüm istemeyen taraf olacağımız ve yalnızlaşacağımız yönündedir.

BM Genel Sekreteri Guterres, ilk anda öyle bir izlenim vermedi. Tatar’ın önerilerini kayda geçirdi. Özel rapor yazmayacağını, konuya olağan raporunda değineceğini belirtti. Bir de üç ay sonra bir daha toplanılacağını söyledi.

Bu üç ay içinde bazı girişimler ve telkinler/tavsiyeler yapılacağı, baskılar da uygulanacağını kestirmek zor değil! Sonra ne olur? Başta Guterres, atlar nallanıp peşimize mi düşülür?

Şimdiden söylemek zor ama pek öyle olacağını sanmıyorum. Tam tersi iki devletlilikten vazgeçmek için bize yeni öneriler getirme olasılığı daha çok! Nitekim “5”lerden biri olan İngiltere, daha 5+BM sürerken, birinde “tanınma” içeriği de olan iki “ilginç” öneri getirmedi mi?  

Hem biz zaten yalnızlaştırılmış değil miyiz? Daha ne kadar yalnızlaştırılacağız?

Annan Planı’ndan sonra Papadoplulos da öyle suçlanmıştı ve buna verdiği yanıt şu idi: “Benimle kahve mi içmeyecekler?” Bizimle kahve içmemek için zaten bin dereden su getiriyorlar. Daha da getirseler ne olacak? 

 Hep şeytanın avukatlığına soyunmadan beyin fırtınası yapılsın diye söylüyorum.

5+BM KONFERANSI’NIN ANIMSATTIĞI GERÇEK

         Cenevre’deki 5+BM Konferansı bir gerçeği, bir kez daha gözler önüne serdi:        Rum Yönetimi, Zürih-Londra sistemine aykırı olarak meşru Kıbrıs Cumhuriyeti olarak kabullenilse de, BM ve AB üyesi olsa da, tüm Ada’nın tapusu onda değil!

Olsaydı 5+BM’ye gerek olmazdı, olsaydı eşit koşullarda çözüm modelleri aranmazdı, olsaydı Annan Planı iki ayrı referanduma sunulmazdı.

“5+M”de, başta Türkiye, üç garantör ülkenin işi olmazdı. Kıbrıs Türk tarafı hiç olmazdı.  

         Kıbrıs’ın 1960 sistemi yerine başka bir sistemin gelebilmesi için, iki eşit egemen halkın referanduma evet demesi de gerekmezdi.   

         Türkiye, garantör ülke olarak Kıbrıs Türkleri adına Güney Kıbrıs’ın burnunun dibinde doğalgaz araştırması yapamazdı. 

        

ÖNÜMÜZDEKİ ÜÇ AY ÖNEMLİ

         Şimdi önümüzde üç ay var. Bu üç ayı çok iyi değerlendirmek gerekir.

         Türkiye ile tam bir fikir ve eylem birliği var. Bu değişmemeli! Birlikte hareket etmek çok önemli!   

         Benim uzun siyasal yaşamımda ve sonrasında hiç değişmeyen bir düşüncem oldu: Hep imrendiğim, Rumlarınkine benzer, -adı ne olursa olsun- özellikle Meclis’te yer alan partilerin de yer alacağı bir ulusal danışma düzeneği! Buna şiddetle gereksinimiz var. Türkiye ile bu kadar fikir ve eylem birliği içinde olup da içte paramparça olmak, en azından görüntü olarak hoş değil ve bunun birlikteliğe dönüşmesi için en azından her şey yapılmalı!

         Sonuç alınmaması elbette ki dünyanın sonu olmaz, sistem anayasal çerçevede yürür ama bu iş en azından denenmeli!

         Tabii ki artık “müzminleşen” siyaset kurumu sorunumuz da var. Saygınlığı yerlerde sürünen ve güvenilmeyen bu siyaset kurumu, ne yazık ki “sorun” olmayı sürdürecek!