GEZİ NOTLARI-13

Merhaba sevgili Vatan okuyucuları. Hepinize iyi bir hafta dileyerek gezi notlarımıza onikinci haftada  kaldığımız  yerden devam ediyoruz.  .

 AVUSTURYA: BİRBİRİYLE TEZAT KİŞİLER VE OLAYLAR
Avusturya seyahati süresince birbiriyle tezat oluşturan  kişi ve olaylar yaşamıştım. Bischofschofende fabrika sahibi bana bir kahve bile ısmarlamamış, Kapfenberg’deki fabrikanın satış sorumlusu ise çeşitli hediyeler vermiş, ayrıca yemek bile ısmarlamıştı.
Otelde tüm paramın içinde olduğu cüzdanımı unutmuştum. Açık bir şekilde yatağın üstündeki bu cüzdanı bulan temizlik görevlisi, paralara elini bile sürmemiş, cüzdanı yastığın altına koyarak koruma altına almıştı. Tren garında ise binlerce kilometre uzaktan gelerek bir gün boyunca uğraşıp sırtımda Viyanaya kadar taşıdığım 70 Kg – benim için paha biçilmez bir servet olan – bronz parçalar, tren garındaki kilitli dolaptan  çalınmıştı.
Sükutu hayale uğramıştım. Uçağa yetişmek için bir saat kadar vaktim vardı. Fazla oyalanmaya gerek yoktu. Dolabı kilitleyip  anahtarı aldığım yere gidip sorumluya durumu anlatmaya çalıştım. İngilizce bilmiyordu. Amirine gittik. Onun ingilizcesi benden az olmakla birlikte anlaşabilecek kadar biliyordu. Durumu ona da anlattım. Birlikte dolabın yanına gittik. Benim dolabın yanındaki dolap açıktı. Durumu bir kez daha anlattım. Sorumlu şahıs gayet pişkin bir tavırla, parçalatın nasıl kaybolduğunu  açıkladı:
“Muhtemelen sen geldin, eşyalarını anahtarı sende  olan dolabın yanında açık duran göze koydun, sonra kendi dolabını kilitleyip gittin. Dolabı açık bulan kimliği meçhul şahıslar da senin eşyalarını görür görmez hemen alıp gittiler. Yapacak bişey yok , ama istersen bir dilekçe yap, senin eşyalarını birisi getirirse sana haber veririz."
Fazla  oyalanmak istemiyordum ama, bu memura da hakettiği cevabı vermek gerektiğini düşünüyordum. Eşyaların bulunacağına inanmamakla birlikte, verdiği kağıda dilekçemi yazıp durumu anlattım. Dilekçeyi imzalayarak  sorumluya verip açıklama yaptım:
“Siz her gelene anahtarı veriyorsunuz. Burada  belki de 1000 tane dolap vardır. Anahtarı vermekle, bu dolaplardaki eşyaları yürütüp geçimini sağlamak isteyen insanlara fırsat veriyorsunuz. Örneğin, bana verdiğiniz anahtarın bir kopyasını yaptırayım, birkaç ayda bir gelip bu dolabı açayım, içindekileri götüreyim. Zaman içinde kira bedelini ödeyerek bu dolapların hepsinin anahtarını ele geçirebilirim. Buna fırsat vermemeniz gerekmektedir. Dolapları çift anahtarlı yaparsanız, anahtarın birisi sizde olur,  o zaman da hırsızlık olmaz”
Bu 30 sene önceki Avusturyaya ait son anım oldu. Trene binip havaalanına gittim.  Hava daha da soğumuştu.THY ile İstanbula vardık. Haberlerde, Viyanada kar yağmaya başladığı söyleniyordu. Istanbul ise  aşırı yağışlara maruz kalmıştı. Biz İstanbula geldiğimizde yağış bitmiş, güneş açmıştı. İstanbul Ercan uçağı 2 gün sonraydı.  (Haftaya yeni  bir yolculukta buluşmak ümidiyle)
 
 YOLUN İÇİNDE BİR MEZAR
Geçtiğimiz hafta, sel baskınlarından olumsuz etkilenen Haspolat köyünde, acil müdahale ekibi  olarak köye gelen belediye ekiplerinden bazılarının  vatandaşlara uyguladıkları ambargodan, yaptıkları kötü muameleden bahsetmiştik.  Acil durum hallerinde bile insan haklarına, insanların mülkiyet haklarına saygı gösterilmesinin bilincinde olmayan kişiler belediyede çalıştığı sürece, başkanın işi zordur. Ne kadar şevkle çalıştığını, yeni gelir kaynakları bulmak için çırpındığını görüyoruz ama  personel arasında  halkı düşman gören, küstah, karşısındakini aşağılamayı  alışkanlık hakline getiren kişiler bulunduğu sürece bu gayretlerinin önemli bir kısmı boşa gidecektir. Konuyla ilgili olarak yapmış olduğum şikayete alacağım cevabı beklediğim için sel felaketiyle ilgili detayları okurlarla paylaşmayı sonraya bırakıyorum. Ama    geçen hafta Haspolatla  ilgili olarak başladığımız geziye köy içinde devam etmekte yarar görüyorum. Yaklaşık 7-8 ay önce, köy içindeki bazı apartmanların emici kuyularından taşan sulara bir sorun bulmak amacıyla belediye köy içinde çalışmaya başladı. Elli metre civarında kanal açarak kanalizasyon sularını açıkta akıtmaya başladı. Bu suları, üzeri açık beton kanallara  ve oradan da köyün içindeki bir köprünün altına akıtmaya başladı. Hala daha da akıtıyor.
Bunun dışında, köyün içindeki içme suyu borularından biri  geçtiğimiz eylül veya ekim ayında patladı. Birkaç defa bildirdik. Sonunda ekipler geldi, yaptık deyip gittiler. Sonradan anladık ki, tamam yapılmamış.  Sular akmaya devam ediyor. Tekrar  tekrar bildirdik. Ancak altı ay sonra gelip yaptılar. Bu süre zarfında tarlalar deniz oldu. Gömeçlerin boyu üç metre. Sene de yağışlı geldi ya, ortalığı seller aldı. Belediye ekipleri ise patlak boruyu tamir ederken yolun ortasında mezara benzeyen bir eser oluşturdular. Aradan aylar geçtiği halde de gelip düzeltmediler.
Anladığım kadarıyla belediye ekipleri bir bölgeye  müsahalede bulundukları zaman işin sonunda ya amirlerine rapır vermiyorlar, yada yanlış rapor veriyorlar. Benim eve 4 defa müdahalede bulundular, söktüler, yıktılar, öylece bırakıp gittiler. Düzeltmesi de bize kaldı. Bu nasıl bir görev anlayışıdır anlamadım.

 SEVGİLİLER GÜNÜNDE BEKLENMEYEN  BİR MİSAFİR…
2006 yılında kurulmuş olan TAŞOVA (Taş ocakları ) Vakfı olarak Orman dairesiyle birlikte iki toplumlu bir ağaçlandırma projesinde çalışıyorduk. UNDP’nin ofisi  o zamanlar  ara bölgedeki Lefkoşa Havaalanındaydı. Proje Koordinatörü Nicolas Jarraud idi.  Uzun çalışmalar sonucunda  hem Güney Kıbrısta hem de Kuzey Kıbrısta ağaçlandırma yapılması konusunda bir proje hazırlanmıştı. Kuzeyde biri Serdarlı, diğeri de Altınova bölgesindeki alçı taşları üzerinde ağaçlandırma çalışması yapılması projeye konulmuştu. 
14 Şubatta, 2007 yılının sevgililer gününde Orman Dairesinin anlaştığı taşeron firmanın işçileri, civar köylerin muhtarları, belediye başkanı ve köylüler,  araziyi telleyecek olan müteahhidin ekibi vakıf tarafından davet edlmiş olan çevreciler ve UNDP görevlileri hep birlikte araziye gittik. Söz konusu arazi, Serdarlı – Gönendere yolunun sol tarafında, terk edilmiş bir alçı taşı ocağıydı. Aslında Pınarlı köyüne ait bir araziydi.  Buraya, Nicolas Jarraudun önerisiyle yeni bir dikim tekniği uygulanacaktı. Mikoriza denen mantar sınıfından mikroorganizmalar dikim sırasında fidanların köküne yerleştirilecekti. Bu teknikle bu mantarlar ve çam fidanları ortak bir yaşam sürdüreceklerdi.  Mikoriza denen mantarlar topraktan aldıkları besinleri çam ağaçlarıyla paylaşarak  fidanların daha kısa sürede gelişmesini sağlanacaktı. Bu yöntem, ülkede ilk defa deneniyordu. Mikoriza, özellikle tahrip edilmiş, stress altındaki topraklarda ağaçlandırma faaliyetlerinin verimli ve hızlı bir şekilde yürütülmesine yardımcı oluyordu.
Seçtiğimiz arazi, Ercan – İskele yolunun yapımı için gerekli olan stabilize malzemenin çıkarıldığı araziydi. Müteahhit, şartnamedeki malzemeyi elde edebilmek için araziyi oyuk oyuk etmiş,  işi bitince de araziyi darmadağın bir şekilde terk edip gitmişti. Mikorizanın, bu koşullarda çok yararlı olacağı düşünülmüştü.
Bir tarafta mikoriza hazırlanıyor, diğer tarafta ekim yapılırken arazinin etrafına beton dökülüp teller çekiliyordu.  Kalabalık bir davetli kitlesi de hem araziyi gezerek yolu yapan müteahhidi araziyi bu kadar tahrip ettiği için lanetliyor, hem de yeni teknikle yürütülmekte olan dikim çalışmalarını izliyordu. UNDP yetkilisi Nicolas Jarraud, Orman Dairesi müdürü İlkay İlseven, TAŞOVA başkanı Bektaş Göze, Serdarlı Belediye Başkanı Erdin Sütçüoğulları, Pınarlı muhtarı merhum Halil Öztürk, telleme işinden sorumlu müteahhit Derviş Eruman,  basın mensuplarının sorularını cevaplarken bölgeye beklenmeyen bir misafir geldi. Bu misafir, bölgede keçilerini otlatan bir çobandı. Dikim yaptığımız hali arazideki otlarla keçilerini doyurmaya çalışan ve burayı yolun diğer tarafına geçerken bir geçiş yolu olarak kullanan çoban, arazinin tellenmekte olduğunu görünce bayağı öfkelenmişti. Topuzunu savura savura, bağırıp çağırarak yanımıza geldi. Hemen yanına gidip ne istediğini sorduk.  Çoban:
“Bu arazi sahipsizdir. Keçilerimi otlatmak  ve karşıya geçmek için bölgedeki çobanlar bu araziyi kulllanırız. Siz buraya ağaç ektiniz, tellediniz. Ne otlatabileceğiz, ne de buradan geçebileceğiz. Beni mahvettiniz. Mademki böyle yaptınız, devlet keçilerimi satın alsın, beni de memur yapsın. Başka yaşama şansımız kalmadı.” Dedi.
Gelecek hafta arazinin ağaçlandırılmamış durumdaki resmiyle bugünkü durumunu gösteren resimleri paylaşmak üzere tüm okurlara iyi bir hafta diliyorum.