Yıllar önce bir cinayete kurban giden ünlü gazeteci ve fikir adamı Kutlu Adalı cinayeti gündeme gelince, birden aklıma Soner Yalçın’ın şu kitabı geldi.
“GLADİO’NUN TÜRK TETİKÇİSİ.”
Soner Yalçın’ın bu kitabı, yer altı dünyasının hesaplaşmalarını, uyuşturucu yolculuğunu, perde arkasında kimlerin kimlerin yer aldığını ve bu bağlamda Kıbrıs’a uzanan çıkar yolculuğunu anlatır. Tabii ki bu kitapta bazı ünlü siyasetçilerin adı da bir “rümuz gibi” geçiyor.
Nedense bunca yıldan sonra Kutlu Adalı cinayeti yine gündeme geldi. Bu olayın içinde olan veya kenarında kıyısında olan kişiler bazı açıklamalar yaparak konuyu gündeme oturtunca, gerek Türkiye, gerekse Kıbrıs medyası, adeta mal bulmuş mağrubi gibi bu açıkalamalara sarıldılar.
Esasında medyanın işi bu... Yeni haberler, yeni gündem, yeni ilgi çekici yorumlar...
Herkesin hesaplaşması kendilerine... Ben şahsen şair ve yazar kimliği ile öldürülen Kutlu Adalı’ya üzüldüm ve hala üzülüyorum. Onunla sık sık sanat ve şiir üzerine buluşup yorumlar yapardık. O buluşmalarda onun bir özelliğini keşfetmiştim.
Rahmetlik Kutlu Adalı konuşmalarına hep argo katardı. Yapısında hep bu vardı ve bizler, sanatçı dostları onun bu halini hiç yadırgamazdık. Uzun yıllar KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Denktaş’ın da Özel Kalem görevlerinde bulunan Kutlu Adalı’nın bazı mektupları, Denktaş’ın Ankara hatıralarında vardır.
Genel Komite dönemlerindeki görevlerim nedeniyle TCM Başkan Yardımcılığı görevlerini üstlenen Dr. Şemsi Kazım’a sık sık gider, Şemsi Kazım bir toplantıdaysa Kutlu Adalı’nın odasında beklerdim. Genel Komite ve Kutlu Adalı ilişkilerimi Dr. Küçük ve Denktaş kitaplarımda yazmıştım.
Mesela takriben yedi sekiz sene önce Basın Konseyi olarak İzmir’deki bir toplantıya katıldığımızda, Türkiye’nin İzmir Basın Konseyi temsilcisi bizi İzmir Basın Müzesi’ne götürmüştü. İlginç bir müzeydi...
Köhne bir bina kısmen restore edilerek, bazı eski tip baskı makinaları, harf kalıpları ve Türk basın tarihini anlatan broşürler ve Türk basım dünyasına hizmet eden nice değerli insanın resimleri vardı. Basın Müzesi’nde bazı odaları gruplaştırmışlardı. Mesela bir odada ünlü şair Attila İlhan’ın çalışma masası, onun duvardaki resmi ile kitapları ve kendi sesinden hoparlörden verilen ve mütemadiyen dönen bir şiir yayını vardı.
Attila İlhan’dan sonraki oda, “BASIN ŞEHİTLERİ” odasıydı. Oda çok büyük değildi ama, duvarlar gelmiş geçmiş, suikaste kurban giden bazı basın mensubu ve yazarların resimleri ile doluydu. O duvarlarda en çok ilgimi çeken resimlerin başında Kutlu Adalı’nın, Abti İpekçi, Uğur Mumcu ve dahalarıydı.
İnsan o ortama girince nedense isyan edesi gelir. Ve şu soruyu sorar kendine:
“Bu insanlar neden öldürüldüler?”
Bu insanlara sıkılan kurşunlar, esasında fikre ve özgür düşünceye sıkılan kurşunlardı.
Bazı yazarların kalemi sivri olur. Rahmetlik Kutlu Adalı’nın kalemi de sivriydi. Toplumdaki çarpıklıkları cesurca yazan, zaman zaman bazı siyasileri acımasızca eleştiren, hatta o eleştirilerde yer altı dünyasına da dil uzatan yazıların olduğunu söyleyebilirim.
Emekli olduğumda Ontaş İşhanı’ndaki ofisimden, Merkez Postahane’nin posta kutularındaki gözlere bakmaya inerdim. Posta kuruma bakarken, sık sık Kutlu Adalı ile orada buluşur ve günlük olayları ayaküstü yorumlardık. O buluşmamızda kendisine şöyle demiştim:
“Kutlu kardeş, yazılarını çok sivri yazıyorsun. Uslubunu bir nebze yumuşatsan olmaz mı? Bir gün bu sivri yazılarından ötürü başın ağrımasın. Yarın birisi sana zem ve kadih davası açar, ondan sonra çırpınırsın.”
Bana verdiği cevap müthiş keskin ve biraz da argoluydu.
“Siktir et yahu Osman. Hangi P... gocunursa gocunsun. Ben bildiklerimden ve inandıklarımdan asla dönmedim ve dönmem de.”
Acaba diyorum... Herhalde o sivri yazılar onun canına mal oldu, diye düşünüyorum. Onun Kıbrıs’ı satma diye bir düşüncesi yoktu. O sadece kendince içteki kabul edilmezleri eleştiriyordu.
Özellikle yer altı dünyasına ve uyuşturucu olaylarına, hatta Türkiye yer altı dünyasına uzattığı dili onu bu dünyadan koparmıştır. Bilemiyorum... Kimsenin günahına girmek de istemiyorum. O cinayet fotoğrafına ve onun yazılarına baktığımda onu görüyorum.
Turizm bakanlığındaki görevlerimden birisi de Oteller Encümeni ve Kumarhaneler Denetim Kurulu üyeliklerimdi. Bu otelleri ve gazinoları denetlemeye gittiğimizde bir defasında Jasmine Court’un gazinosunda suikaste kurban giden Ömer Lütfi Topal’ı orada görmüştüm. Etrafında dört beş kişi vardı ve içkilerini yudumluyorlardı. Biz denetim kurulu olarak denetlemelerimizi yapıp oradan ayrılmıştık.
O gözlemlerimin üzerinden çok zaman geçmemişti ki, Türkiye gazetelerinde yer altı dünyası ile olan hesaplaşmaların bir sonucu olarak Topal’ın öldürüldüğünü görmüştüm.
Nemelazım... Özellikle Kumarhaneler Denetim Kurulu’ndaki görevlerimden rahatsız oluyordum. Çünkü bizlerin o gazinoları denetlemekteki amacımız, bazı Kıbrıslıların ailelerini ihmal ederek maaşlarını kumara yatırmalarını frenlemek ve engellemek içindi. Bu konuda Cumhurbaşkanı rahmetlik Denktaş da çok hassastı. Zaman zaman kocaları kumardan eve gelmeyen kadınlar ondan yardım isterdi. Sanırım o bağlamda bir talimat vermişti kumarhanelerin sık sık denetlenmesini.
Her şeye rağmen yeniden Kutlu Adalı cinayetinin gündeme gelmesi, bazı eski defterlerin de açıldığını görebiliyoruz.
Veya yeni bir hesaplaşma sayfası mı diye de kafamdan geçiriyorum.
Ve size tavsiye ediyorum... Hayli ilginç bulacağınız Soner Yalçın’ın “GALDİO’NUN TÜRK TETİKÇİSİ” adlı kitabını okuyunuz. Hatta nefeslerinizi tutarak okuyacaksınız o kitabı, diyebilirim.
Kitap baştan sonra kadar, Türkiye ve Kıbrıs yeraltı dünyasındaki hesaplaşmaları anlatıyor.
Hani derler ya “Söz uçak yazı kalır” diye. Evet sözler uçtu ama yazılanlar hep kaldı.
İşte yazılıp bir dönemin kirli işlerine ışık tutan “GALDİO’NUN TÜRK TETİKÇİSİ” adlı kitap, Kutlu Adalı cinayetinin yeniden sorgulanması ile gündeme gelirken, sanki bir film şeridi gibi önümden geçti, tüm yazılanlar...
Kutlu Adalı cinayeti ile ilgili açıklamalar, özellikle Kıbrıs solunu harekete geçirdi ve mütemadi politikalar üretilmeye başlandı. Tabii ki bu süreç, zor ama kabul edilmez bir süreçtir. Bu süreci atlatmanın da kolay olmayacağını düşünüyorum ayrıca.