Merak ve heyecanla beklenen Erdoğan-Erhürman görüşmesi sonunda gerçekleşti. Ben kendim de geçen hafta (11 Kasım 2025), bu sayfada “KKTC Cumhurbaşkanı Tufan Erhürman’ın İlk Ankara Ziyaretini Beklerken” başlığı altında bu konuyu ele almış, Ankara ziyaretinin uzlaşmaya dönüşmesi beklentimi dile getirmiştim. Öyle de oldu. Sayın Erhürman, Devlet Başkanı olarak karşılandı ve Erdoğan’la uyum içinde bir uzlaşmaya varıldı.
Her şeyden önce, tarafların kendi duruşlarını sürdürmeleri ve bunu karşılıklı olarak diplomatik dille ama açıkça yeniden vurgulamaları, Dünya’ya Kıbrıs konusunda iradenin Ankara olduğu ve muhatabının Ankara olması gerektiği yönündeki mesajları hiç bitmeyen Hristodulis’e iyi bir yanıt oldu. Bu yanıt dahil, ortaya çıkan tablo konusunda tam bir uzlaşma, tarafların duruşlarının koordineli, dile getirdikleri konusunda uzlaşma olduğunu düşünüyorum. Konuşmalarının kapsamı bire bir örtüşüyor. Vurgular da öyledir. İçerikler farklı gibi görünse de özde birbirini tamamlıyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin, T.C. Cumhurbaşkanı Erdoğan’la Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın beyanları, TBMM’nin ve Milli Güvenlik Kurulu’nun bu yöndeki kararları ve Türk Devletleri Teşkilatı ile BM dahil hemen hemen uluslararası platformların tümünde dile getirilen, ana muhalefetin de onay verdiği-kısaca- “iki egemen devlet” politikasından geri adım atması beklenemez. Nitekim Sayın Erdoğan, bu politikanın süreceğini kesin ama diplomatik bir dille belirtti.
Sayın Erhürman’ın, Kıbrıs Türkleri’nin statüsünün sürecin başında belli olması gerektiği biçimindeki, seçim öncesi ile sonrasındaki tutarlı duruşunu değiştirmesi, dahası Erdoğan’ın ondan bunu istemesi de düşünülemezdi. Nitekim o da diplomatik bir dille bu politikasını sürdüreceğini dile getirdi.
Öyle görülüyor ki, Sayın Erdoğan duruşunu sürdürecek ama Erhürman’a da geniş bir hareket alanı açıldı. İkisi birlikte yürüyecek. Bu arada Sayın Erhürman, seçim öncesi ile sonrasında yaptığı gibi, federasyon sözcüğünü kullanmadan diplomatik kanalları zorlayacak ve en azından Kıbrıs Türkleri’nin günlük yaşamını kolaylaştıracak bazı sonuçlara ulaşmaya, bir yandan da çözümsüzlüğün bizden kaynaklanmadığını göstermeye çalışacak.
Yıllarca çözüm olarak federasyonu savunmuş bir kişiyim ama artık böyle bir çözümün “ütopyalaştığını” ve Erhürman’ın, “Kıbrıs Türkleri’nin statüsünün sürecin başında belli olması” hususundaki duruşunun, bunu bir kez daha kanıtlayacağını, yani bir kez daha kralın çıplaklığının ortaya çıkacağını düşünüyorum. Öncesini bir yana bıraksak bile, Annan Planı’ndan başlayarak Gran Montana’ya kadar olan süreçteki gibi, benim bakımımdan görünen köy kılavuz istemez.
Elbette ki kendi görüşüm bir yana, federasyon olasılığı ortadan kalkmış değil. Hele hele Trump varken tepeden inme bir federasyon modeli karşımıza çıkabilir ama bana göre federal bir yapı, karşılıklı iyi niyet varsa ve taraflar böyle bir yapılanmayı içselleştirip özümserlerse ayakta kalabilir ve tepeden inme bir yapı ile bunun olması pek olanaklı değil! Olanaklı da olsa ben öylesi bir çözümü asla istemem.
Sanırım, Erdoğan ile Erhürman, bu durumun ayırımında olarak, kendi politikalarını uygularken, bir yandan da bekleyip görecekler.
İki uyumlu ve koordineli duruşun yanında, Sayın Erhürman’ın seçim vaatlerinden biri olan hiçbir partinin dışlanmayacağı ve eşit olacağı “Siyasal Partiler Konseyi”nin bir an önce oluşturulmasına da sıra gelmesi gerekir. Böyle bir konseye gereksinim var. Bu konsey için ‘Kasım ayında olabilir’ demişti Sayın Erhürman! Kasım ayının sonlarına doğru gidiyoruz.
Sonuç olarak şöyle ya da böyle, bize beklemede olmak düşer.